Sayfalar

11 Kasım 2009 Çarşamba

DİN SÖMÜRGESİNDEKİ İKİLEM ; ZENGİN VE FAKİR AYRIMI






        Genellikle toplum yaşamına dikkat ettiğinizde özellikle fakir kesim (işçi,memur,çiftçi vb.) bir "Tanrı" inancına sıkı sıkaya bağlanmışlardır. Ne kadar başlarına felaket ve kötülük gelsede bunların "Tanrı" dan  geldiğini düşünüp sabrederler bir bakıma "hallerine şükrederler".


        Asıl burada kafa karıştıran zengin kesimin başka bir "Tanrı'sımı" olduğudur. Öyle ya bu "Tanrı" denen bilinemez varlık! nedense hep zenginlerin yanındadır ve onlara habire iyilikler , çeşit çeşit mallar vermektedir. Burada söz konusu olan ne bir "Tanrı'nın" varlığıdır  nede yokluğudur ; Bu düpedüz  "Din" denen argümanı kullanıp fakir kesimin "iniltilerini ,bağrış çağrışlarını , dert yanmalarını" bir nebzede olsa unutturmak değilde nedir! O fakir kesime vaad edilen yer yani  "Cennet" sakın bu fakirleri kandırmak için ortaya atılan "hayali bir yer" olmasın.


        Biraz düşünün öyleyse neden "kader" denen bir inancı aşılayıpda (genelde fakir kesime) "Sen üzülme sakın , öbür tarafda sen bütün hakkını alacaksın yeter ki bu dünyadan birşey isteme , bu dünya zenginlerin olsun "Cennette" biz fakirlerin olsun! ". İnanın biraz düşününce bile bütün "Dinlerin" birer safsata ve halkı daha kolay yönetebilmek için yazıldığını anlayabilirsiniz.


        Bütün dinlerde dikkat edilirse hepsi hemen hemen aynı şeyleri söylerler "Adam öldürme , içki içme , zina yapma , yalan söyleme vb."  diye gider. Bide durmadan ceza veren , asan kesen , yakan yıkan bir "Tanrı" vardır. Özelliklede hepsi eğer kendine inanılmazsa "Cehennem" denen yerlerde yakılacağını söyleyip dururlar. Şimdi biraz durup düşünün ; eğer bir "Tanrı" varsa neden kendini ispat etme gereği duyar ? Yoksa ona inanılmazsa oda var olamayacığını bildiğinden olmasın sakın ?Yada bunları pek ala senin benim gibi bir takım insanlar yazıp "Alın size Tanrı buyruğu " deyip buna uyucaksınız demiş olmasın!


      "Semavi Dinleri" araştırın neden hepside özellikle Ortadoğuda çıkmıştır acaba diye ? Sakın endişeye kapılmayın yada kendini iyi hissedecek yalanlar söylemeyin! Kendinizden kaçmayın..Bilmelisiniz kendinizden asla kaçamazsanız sadece saklanırsınız ve O da beyninizi yer bitirir.





Putperest İbadetleri

 

Ayinler, namaz, oruç, hac, kurban, sünnet, takı, tütsü ve büyüler, ilahiler ve şiirler, sembol ve dövmeler... Tanıdık geldi mi?
Putperestlik, Farsça kökenli bir sözcük olan put sözcüğünden türemiştir. Tanımı şöyledir: Bazı ilkel toplumlarda doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya cansız nesne, tapıncak, sanem, fetiş.






Buradan yola çıkarak putperestlik tanımını; doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya cansız nesne tapımı, olarak yapabiliriz.

Putperestlik farklı şekillerde tanımlandığı ve farklı çeşitleri olduğu gibi aynı zamanda paganizm ile denk biçimde kullanılmıştır. Fakat paganizm ve putperestlik farklı anlamları içerir.

Paganizm, Latince paganus yani kırsal sözcüğünden türemiştir. Roma dönemi şehirlerde yayılan Hristiyanlığın köylüleri etkileyememesinden dolayı Hristiyanlık dışında kalan inançlar pagan olarak adlandırılmıştır. Günümüzde İbrahimi dinlerin, diğer inançlara verdiği genel isim olup politeizmi, çok tanrıcılığı ve putperestliği kapsar.

Bu başlık altında paganizm ve putperestliğe ait adet ve ibadet şekillerini ele alacak, özellikle İslam öncesi Arap putperestliğinden örnekler vereceğiz.


1- Ayinler


Kutsal ve özel günlerde genellikle mabetlerde toplanan putperestler geleneklerine göre çeşitli gösterilerde bulunur, ilahiler söyler, toplu ritüeller yaparlar. Ateş üzerinden atlama ya da ateş üzerinde yürüme, vücutlarına şiş batırma bu gösteri örneklerindendir. Kutsal bir puta, geçmişteki kutsal saydıkları kişiden kaldığına inandıkları bir nesneye saygı gösterisinde bulunur, etrafında döner ya da koklayıp öperler. Yıllık ayinlerin dışında mevsim başlarında, özellikle ilkbahar ve sonbaharda yapılan ayinler de vardır.Belirli günlerde güneş ve ay festivalleri yapılır.Türlerine göre ayinlerde kutsal saydıkları sudan içer, kutsal saydıkları yiyecekten yerler. Dualar eder, dileklerde bulunurlar.Putperestlerin bu ayin adetlerinin İbrahimi dinlere de geçtiği görülmektedir.Noel kutlamaları Mitra paganlarından geçmedir.Putperest Arapların yevmül Arabu dedikleri cuma toplantıları, kandil geceleri, aşure günleri, cem ayinleri pagan kökenlidir.


2- Namaz


Putperest ibadetlerinden biri namazdır.Namaz, güneş kültünün ritüellerinden biridir ve Hint kökenli bir ibadettir.İslam öncesi Araplar da namaz kılarlardı. Günümüzde Hindular da namaz ritüellerini devam ettirirler. Sansktitçe "Surya" güneş Namaskara" ise selamlama veya bağlantı demektir. Böylece "Surya Namaskara" ‘güneşle bağlantı’ anlamına gelmektedir. Surya Namaskara, bedende akan güneş enerjisinin canlandırma tekniğidir. Arap putperestlerinin namaz kıldığı Kur'an'da yazılıdır.

Enfal-35. Ve ma kane salatühüm ındel beyti illa mükaev ve tasdiyeh fe zukul azabe bi ma küntüm tekfürun.Bilindiği üzere Arapça'da salat namaz demektir.''Onların Kabedeki namazları, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. Küfrünüzden dolayı azabı tadın.Namaz törenlerindeki ıslık ve alkışlar nedeniyle putperestlerin kıldığı namaz eleştiriliyor. Putperestler de günde 5 vakit namaz kılarlardı.

Şaharit namazı - sabah namazı
Musaf namazı - öğle namazı
Minha namazı - ikindi namazı
Neilat Şerarim namazı - akşamüstü namazı
Maarib namazı - akşam namazı

kaynak; Hayrullah örs, Musa Ve Yahudilik, s.399-405; Doç.Dr. Ali Osman Ateş, Asr-ı Saadette İslam; Şaban Kuzgun, Hz. İbrahim Ve Hanifilik, s.117; Epstein, Judaism. kuran'da geçen namaz vakit sayısı 3 olmasına rağmen 5 vakit kılınıyor olması zamanla putperest döneme dönüldüğü şüphesi taşımaktadır.aynı şekilde abdest de putperestlerde vardı. Cünup olunca boy abdesti alırlardı. (İbn-i habib, Muhabber)


3- Oruç


Güneş kültüne sahip putperestlerin ibadetlerinden biri de oruçtur.Namaz vakitlerini güneş zamanlı ayarladıkları gibi oruçlarını da güneşin doğuş ve batışına göre ayarlarlardı.orucun başlangıcı bile İslamiyet'teki gibi ay'a göre tespit ediliyordu. Tıpkı, bugünkü müslümanlar gibi, ay'ı görmek için gözetleme heyetleri bile kuruluyordu. (Hayrullah Örs, Musa Ve Yahudilik) İslamiyet öncesi arap paganlarının ilginç gelenekleri vardı. Bunlar Ramazan dedikleri ayda bir ay oruç tutarlar, Mekke'ye Hacca gidip Kabe'nin etrafında yedi kez dönerler, "Kara Taş" ı ( Hacerül Esved) kutsal sayar onu öper ve günde dört veya beş vakit namaz (salat) kılarlar, şeytan taşlarlardı. ( Is Allah the Same God as The God of Bible?, M. J. Afshari, p 6, 8-9, İslam, Beliefs And Observances, Caesar E. Farah) Aişe anlatıyor: Islam öncesinde Kureyş, Aşure gününde oruç tutardı..(Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’s Savm/1.) Sabiilik, yıldız kültüne sahip bilinen en eski pagan dinidir. İlginçtir ki Sabiiler de 3 vakit namaz kılar ve 1 ay oruç tutarlardı. Farz orucun dışında nafile oruçlara da sahiptiler.İbn Nedim, El Fihrist, s. 442-445) Kuran'da önceki toplumlarda da orucun olduğu yazılıdır:Bakara-183. Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.

Eski Çağ dinlerinde, özellikle, rahiplerin Tanrılara yakınlaşmaya hazır olmalarını sağlamaya yarayan bir yoldu. Helenistik Dönemin inançlarına göre, Tanrılar bir takım kutsal öğretileri ancak oruç tutan kişilere vahiy yoluyla gönderirlerdi. Bazı eski kültürlerde ise oruç, öfkelenen Tanrıları teskin etme gibi amaçlara yönelikti. Sibirya Tungu şamanları ise, ruhlarla ilişki kurabilmek için oruç tutarlardı. Bütün dinlerde, belirli zamanlarda oruç tutma geleneği vardır. Budha rahipleri, gene belirlenmiş günlerde oruç tutarak günahlarını itiraf ederek, arınacaklarına inanırlar. Hindistan’da Sadhular gene günahlarından arınmak için oruç tutarlar. Çin’de göksel Yang ilkesinin başlamasından önce belirli bir süre oruç tutulur.


4- Hac


Önce Diyanet forumdan bir alıntı yapalım: ÇEŞİTLİ DİNLERDE HAC
Hac ibadeti pek çok toplumda bulunmaktadır. Japonlar, ataları Güneş'in, bir gün, hâlen kendilerinin üzerinde ikamet ettikleri adaya inip çevrede dolaştıktan sonra tekrar göğe hareket etmiş olduğunu düşünürler. Atalarının kendilerine bahşetmiş olduğu bu şerefin hatırası olarak Japonlar, yaya olarak aynı güzergâhı izlerler ve bu onların haccı olmaktadır. Hindistan'ın Hinduları başka bir hac telakkisine sahiptirler. Tanrı görülmediğinden, Ona tazimde bulunmak için ilâhî yaratıcı gücün en büyük tezahürlerinin ortaya çıkmış olduğu yerleri, ziyaret etmek gerekir. Ganj, en önemli nehirdir. Himalayalardan Bengal Körfezi'ne kadar kıtayı sular ve hatta denize açıldığı bir kayadan çıkan Ganj'ın kaynağını ziyaret etmek için yolculuk yapmak Hinduların en önemli haccıdır. Ganj, Alfahabad yakınında, diğer bir büyük nehir olan Jumma ile birleşir ve bu birleşme yerinde bilhassa ay ve güneşin tutulmaları gibi özellikle önemli vakitlerde yıkanmak da, Hindu dininin en büyük haclarından biridir.Gotama Buda, kendi dinin vahyini bir yabani incir ağacı altında almış olmakla meşhurdur. Önce bu ağacı, sonra da bu kutsal ağacın eskiden varolduğu yeri ziyaret etmek Budistlere göre haccın konusunu oluşturmuştur ve oluşturmaya devam etmektedir. Bir dinin ermiş kurucusunun doğum yeri, onun defnedildiği yer, bir mu'cizenin meydana geldiği yer, çeşitli toplumlara göre yeryüzünün farklı bölgelerinde hac yapılmasının sebeplerini oluştururlar.

İslam öncesi Araplar'da Kabe putperestlerin en kutsal mabediydi ve bölge halklarının hac mekanıydı. Kabe eldeki kanıtlara göre İbrahim peygamber tarafından mö 800 lü yıllarda yapıldığı bilinmektedir. Ayrıca Kabe hiçbir zaman yahudiler ve hristiyanlar tarafından kutsal sayılmamıştır. Tevrat ve İncilde Kabe ile ilgili tek bir ayet dahi olmaması bunu kanıtlamaktadır. kabe MÖ 800 lü yıllardan sonra putperestler tarafından Allahın evi olarak anılmaya başlanmıştır. (A Guide to the contents of Quran Faruq Sherif, Reading, 1995, pgs. 21-22., Muslim) Putperestler Kabe etrafında 7 kez tavaf yaparlardı. Kureyş dışından gelen Bedevi putperestler tavafı çıplak olarak yaparlardı. Putları ziyaret, Hacerül Esved taşına el sürme ve öpme, Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelme, şeytan taşlama hac ibadetinin en önemli ritüellerindendi.putperestlerin hac sırasında hep bir ağızdan yaptıkları telbiye de aynen şöyleydi:

Lebbeyk allahümme lebbeyk.
La şerike leke illa şerikun huve lek.
Temlikuhu ve ma-melek


5- Kurban


Kurban Hinduizm'de çok önemli bir yere sahiptir. Tanrılara sunulan her şey kurbandır. Hinduizm'de yaygın olan kansız kurbanlardır. Ancak yaz ve kış gün dönümleri münasebetiyle kanlı kurbanların da Tanrılar'a sunulduğunu görmekteyiz. Bu kanlı kurbanların en büyüğü ve özel bir tören gerektireni "Soma "kurbanıdır. Soma'da keçi ve inek gibi hayvanlar kurban edilir.Tanrıların öfkelerini teskin etmek maksadıyla sunulan bu kurbanların yanında özel hediyeler de Tanrılara sunulmuştur.Hinduizm'de sunaklarda en iyi hayvanların kurban edilmesi ve etlerinin iyi kısımlarının yine burada bulanan ateşlerde yakılma geleneği vardır. Hinduizm'in bir özelliği de ölmüş kişiler için kurban kesme şartını getirmiş olmasıdır.Hinduizm'e göre, ölüler kurbansız aç kalırlarmış.Eski çağlarda insan kurban edilmesi, bir nevi temizlenme ve sihir vasıtasıydı. Ailenin ilk çocuğu Tanrı'ya ait kabul edilir ve kurban edilmesi gerekirdi. Mısırlılar ise köpek başlı olarak tasvir ettikleri insanlara Ani" diyorlar ve onları "Ay Tanrısı"na kurban olarak sunuyorlardı. M. Eliade, Anadolu'da özellikle ilk çağlarda hasat mevsimi dolayısıyla yapılan insan kurbanı ve kafa kesme ayinlerine örnek olarak Frigyalılar'ı ele alır.

Frigyalıların yüzyıllar önce hasat zamanında insanları, başlarını kesmek suretiyle kurban ettiklerini, hatta elde mevcut delillere göre, o zamanlar bu âdetin Doğu Akdeniz'in her tarafında yaygın olduğunu kaydetmektedir.İslam öncesi Arapların da eski dönemlerde Sabah Yıldızı'na daha doğmadan büyük bir acele ile insan ve beyaz deve kurban ettikleri, yine önemli putlardan Uzza'ya oğlanlarla, kızların ve esirlerin de kurban edildikleri ileri sürülmektedir. Yakın dönemde ise insandan vazgeçilmiş, hayvan kurbanına geçilmişti.Putlara özel kurban kestikleri gibi genelde Safa ve Merve tepelerine dikilmiş kayadan putlara kurban keserlerdi. Bu kayaların bir İsaf diğeri Naile adlı puttu. İsaf ve Naile iki sevgiliydi ve Kabe’nin kutsallığını kirlettikleri için öldürülmüş, daha sonra efsaneleşerek kutsallaştırılmışlardı.Araplar, putlara adak da adarlardı. Dilekleri gerçekleştiğinde, önemli işlerinde ve uzun seyahatlerinde adak keserlerdi. Adaklarının çoğu da ilk çocuklarının erkek olması içindi.


6- Sünnet


Sünnet, yazılı tarihten önce başlamıştır. Antropologlar sünnetin başlangıcı hakkında görüş birliğine varamamıştır. Sünnetin tarihini M.Ö. 15.000 yıllarındaki taş devrine kadar götürenler varsa da antropolog Ashley Montagu’nun da savunduğu gibi 6.000 yıl önce antik Mısır’da sünnetin varolduğu kesinleşmiştir. Eski mısır piramitlerinde bulanan bazı mumyaların sünnetli oldukları görülmüştür. Tarih boyunca mısırlılar, Yahudiler ve Babillilerin sünnet adetine sahip oldukları tespit edilmiştir. sünnet pagan geleneğinin tek tanrılı dinlere uzantısıdır.İslam öncesi putperestler de sünnet adetine sahiptiler. Putperest Araplarda hem kadın hem de erkekler sünnet edilirdi. Erkeğin sünneti için hıtan" kadınların sünneti için "hafd" kelimesini kullanmaktaydılar. ancak el-hıtanan ifadesi sünnet edilen yer anlamına hem kadın hem erkek için müşterek kullanılırdı.Hadislerde Muhammed’in, halifelerin ve ashabın sünnetinden bahsedilmemesi, onların zaten putperest adeti gereğince sünnetli olduklarını gösterir.Kadın sünneti sadece putperest Araplarda değil, eski Mısırlılarda da mevcuttu. Mısır’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan bazı kadın mumyalarının sünnetli olduğu belirlenmiş, kadın sünnetinin nasıl yapıldığı M.Ö 1600’lü yıllardan kalan duvar resimlerinde detaylı bir şekilde tasvir edilmiştir.

Bu, kadın sünneti geleneğinin kökeninin çok eski çağlara dayandığının göstergesidir ve sünnet geleneğinin tarihinin tek tanrılı dinlerden daha eski olduğunu, asıl olarak bir pagan geleneği olduğunu, tek tanrılı dinlere pagan toplumlardan geçtiğini gösterir.BM istatistiklerine göre bugün dünyada 130 milyon kadın ve kız çocuğu sünnetli.Kadın sünneti esas olarak, Afrika kıtasının orta şeridinde yer alan 30 Afrika ülkesinde uygulanıyor. Bu bölgedeki kadınların neredeyse tamamı sünnetli. Sünnetsiz kadınlar aşağılanıyor, pis ve fahişe olarak suçlanıyor.Umman, Yemen, Birleşik Arap Emirliği’nde, Endonezya ve Malezya’nın bazı bölgelerinde, Kuzey Irak’ta bazı Kürt bölgelerinde yaşayan kadınlar arasında da daha az oranlarda olmakla beraber sünnet geleneği yaşatılmakta. Bunların içinde Müslüman, Yahudi ve Hristiyanlarla birlikte çok tanrılı din inanırları da var.Tıpta erkek sünnetinin az da olsa bir yararına değinilse dahi kadın sünnetinin hiçbir yararı olmadığı, kadının cinsel isteğini öldürdüğü, ölüm ve yaralanmalara neden olduğu biliniyor. Buna rağmen bu ilkel, çağdışı adet ısrarla sürdürülmekte, hem de Allah’a, ilahlara dayandırılarak.


7- Takı, tütsü ve büyüler


Putperest toplumlarda şans, uğur ve hayır getirmesi için birtakım taş ve takılar kullanmak adettendi. Kendilerini kötü ruhlardan, cinlerden, nazardan koruması için çeşitli nesneleri vücutlarına, boyunlarına takar ya da üzerlerinde taşırlardı.Büyü günümüzde de süregelen ilk çağ pagan ritüellerinden biridir. Sıradan insanlarda bulunmayan gizli bir gücün sahibi olmak, düşmanlarını, rakiplerini altetmek, aşk ve cinsellikle ilgili isteklerine kavuşmak amacıyla çok çeşitli büyü yöntemleri uygulanırdı. Tütsü ise arınma, temizlenme, kötü ruhları ve cinleri kovma amacıyla paganların okült seremonilerinde, Antik Yunan'da, Hitit Uygarlığı'nda, Babil'de, Firavunlar dönemi Mısır'ında, Roma İmparatorluğu'nda, Hindistan, Tibet ve Japonya'da çok eski zamanlardan beri kullanılmaktadır.Tek tanrılı dinlerde bunlar yasaklanmış ve günah sayılmışsa da değişik versiyonlarla sürdürüldüğü bir gerçektir. Örneğin muskalar, ayet yazılı kağıtların evlere, arabalara asılması, hastalığa ve nazara karşı okuyup üfleme, nazar boncukları, mum yakma vb.


8- Telbiyeler, İlahiler, şiirler


Putperest toplumlar ayinlerinde telbiyeler, ilahiler söylenirdi.Cenaze törenlerinde ağıtlar yakılır, naatlar okunurdu.Örneğin eski Mısır’da ölü evinden kadınlar sokaklara çıkar dövünerek ölüye ağıtlar söylerlerdi. İslam öncesi Araplar da telbiyeler, ilahiler, şiirler çok önemliydi.En beğenilenleri Kabe’ye asarlar, putları için okurlardı.İslam öncesine ait ne varsa yakılıp yokedildiği için ne yazık ki bu kültürden elde çok az bilgi kalmıştır. Bunlardan biri de “Yedi Askı” denilen şiirlerdir.


9- Sembol ve Dövmeler


Pagan inançlarda dilin sembollerle kullanılmasına yoğun olarak rastlanılır. Hemen hemen her pagan toplumda çeşitli semboller mevcuttur. Pentagram denilen beş köşeli ters yıldız en ünlüleridir. Dövme de pagan toplumlarda sıkça kullanılan bir sembol yöntemidir. Hintliler, Japonlar, Amerika Yerlileri ve Afrika'daki bazı kabileler dövmeyi bir süs olarak yaparlarsa da pek çok toplumda dövmenin hastalıklara ve kötü ruhlara karşı koruyucu bir tılsım olarak uygulandığı, bireyin toplumdaki konumunu (köle, efendi, ergen, işçi, asker) vurgulamak için kullanıldığı bilinmektedir.Dövme yapma geleneği hayli eskidir. İ.Ö 2000'lerde Eski Mısır toplumunda dövmenin yapıldığı mumyalardan anlaşılmıştır. Mısırlıların dışında Britonların, Galyalıların ve Trakların da dövmeleri vardı. Eski Yunanlılar ve Romalılar, "barbarlara özgü bir uğraş" saydıkları dövmeyi suçlular ile kölelere yaparlardı..

Hun kurganlarında çıkan cesetlerde son derece kıvrak çizgilerle ve dekoratif bir anlayışla yapılmış düşsel yaratıklar ve koç figürlerinden olusan dövmeler görülmektedir. Dinsel-büyüsel kaynaklı bu dövmelerin is olduğu ihtimali ve deriye şırınga edilmesi ile oluştuğu düşünülmektedir. Hunlara ait Pazırık kurganında bulunan bir başkana ait cesetten anlaşıldığı üzere Hunlarda asil ve kahraman kişilerin dövme yaptırabildiği, daha sonraları Kazak ve Kırgızlarda da devam eden bu geleneğin yine kahramanlık niteliği taşıyan bireylere uygulandığı bilinmektedir. İlkel topluluklarda dövme yapılırken törenler düzenlenir. Dövmeyi yapan kişi birtakım dinsel ve büyüsel kuralları yerine getirmek zorundadır.


Sonuç


Buraya kadar anlattığımız putperest adet ve ibadetleri konusunda sanırım herkes hemfikirdir. Müslümanlar da putperestlerin bu ibadetlere sahip olduğunu reddetmez. Bilmeyenler de inceleyip araştırdıklarında doğruluğunu göreceklerdir. Bunlar din derslerinde, din kitaplarında pek anlatılmadığı için sanılır ki Kur'an'da yazılı olanların tümü Muhammed peygamber tarafından getirildi. Görüyoruz ki İslam'ın ve Kur'an'ın getirdiği yeni birşey yok. Zekat ve sadakaya varana kadar hepsi putperestlerde mevcut. Putperestlerde olmayanlar da Yahudilerde var. Peygamberlik, melekler, kıyamet, ahiret, cennet, cehennem gibi. Bu durumda putperestlikle tek tanrı dinlerindeki ortak ibadetleri nasıl açıklayacağız? Örneğin İslam dininin ibadetleri ile İslam öncesi Arap putperestlerinin hemen hemen aynı ibadetlere sahip olmasının sebebi nedir?

Dinlerden özgür düşünenler bu durumu dinlerin evrimine bağlar. Totemizmle başlayan ilkel dinler daha sonra ruhçuluğa ve putataparlığa, çok tanrılı dinlere ve sonunda da tek tanrılı dinlere evrilmiştir. Geçiş yapan toplumların önceki inançların etkisiyle eski adet ve ibadetlerini kısmen değiştirerek de olsa sürdürdükleri görülmüştür. İslam'ın kurucusu Muhammed'in yeni hiçbirşey getirmediği, Kur'an'da yazılı olanların tümünün putperestlerden ve Yahudilerden derleme, toplama olduğu gerçeği karşısında İslamcı görüş ve inanış:Dinlerin evriminin doğru olmadığı, İslam'ın Adem'den itibaren varolduğu, değişik adlarla da olsa peygamberlerin daima İslam'a çağrı yaptıkları, namaz, oruç, hac, zekat, kurban, sünnet vb. ibadetlerin başından beri olduğu ancak toplumların zamanla İslam'dan saparak putlar ve ilahlar edindikleri, İslam'dan miras aldıkları ibadetleri bu putlara ve ilahlara yaptıkları şeklindedir.

Örneğin büyük çoğunluğu müslüman olan Türk toplumunun zamanla İslam'dan saptığını, putlar edindiğini ve Allah'a ilaveten ay tanrısı, güneş tanrısı vb. ilahlara taptığını ama namaz kılmaya, oruç tutmaya, hacca gitmeye, zekat vermeye, sünnet olmaya devam ettiğini düşünelim. Bu mümkün müdür? Ya "Tanrı denmez Allah denir" diye ısrar eden zihniyet, allah (el-ilah) ismi Adem'den beri var ise Sümerde, Mısır'da, Hind'de, Çinlilerde, Türklerde, Yahudiler'de, hristiyanlarda "Allah" isminin unutulmasını ya da yokedilmesini ama Arap putperestlerince korunmasını nasıl izah edebilir? Her toplumun kendi dilinde allaha karşılık gelen bir isme sahip olduğu şeklinde mi? Yani Eloha, Brahma gibi. Öyleyse ne diye Tengri'ye, Tanrı'ya karşı çıkarlar?



Putların, Kabenin istediği: Kölelik;
Çanların, ezanın dilediği: Kölelik;
Mihraptı, kiliseydi, tespihti, salipti
Nedir hepsinin özlediği? Kölelik.
Ömer Hayyam






İstatistikler ve Anketler [AGNOSTIK.ORG]

İstatistikler ve Anketler

Burada; Türkiye'den ve dünyadan özellikle din ve toplum ekseninde yapılmış araştırma bulguları ve ilginç istatistiki sonuçlara yer vereceğiz.




Türkiye Geneli


Dönem: Eylül 2008
Şirket: Bağımsız Eğitimciler Sendikası
Denek Sayısı: 2996
Tema: Gençlik ve Korku Araştırması


“Gençlik ve Korku Araştırması” eğitim sistemimizin aydın, bilinçli, özgüvenli, yaratıcı ve çağdaş bireyler yetiştirmek yerine vehimli, ürkek, depresif ve hurafelere inanan bir gençlik yetiştirdiğini ortaya koydu.

Ankete göre, gençlerin yüzde
12.3'ü ölüm ve sevdiklerini kaybetmekten korkarken, yüzde 11.4'ü dini duygularını kaybetmekten korkuyor. Gençlerin yüzde 11.1'i de depremden korktuğunu açıklarken, yüzde 10.9'u cehenneme gitmekten korkuyor.



Dönem: Eylül 2007
Şirket: KONDA
Denek Sayısı: 5292
Tema: Toplum Din İlişkisi


1. Dindarlık açısından kendinizi hangisiyle tarif edersiniz?
%0.9 - Dini İnancı Olmayan Biri
%2.3 - Dinin Gereklerine Pek İnanmayan Biri
%34.3 - İnançlı Ama Dinin Gereklerini Pek Yerine Getiremeyen Biri
%52.8 - Dinin Gereklerini Yerine Getirmeye çalışan Dindar Biri
%9.7 - Dinin Tüm Gereklerini Tam Yerine Getiren Dindar Biri

2. Eğitime göre dindarlık




3. Gelir seviyesine göre dindarlık




4. Ramazanda iftara kadar lokantalar tümüyle kapalı olmalı mı?
%49.4 - Evet
%45.4 - Hayır

5. Kürtaja...
%48.3 - Karşıyım
%40.9 - Karşı değilim

6. Erkekler kadınların elini sıkmamalı...
%60.9 - Doğru
%33.9 - Yanlış

7. Bankadan faiz alanlara...
%52.7 - Karşıyım
%38.6 - Karşı değilim

8. Belediyelerin, kutlu doğum haftası ve benzeri dini amaçlı toplantılar, törenler düzenlemesi...
%68.8 - Olabilir
%19.2 - Olmamalıdır

9. Bir kadınla bir erkeğin beraber yaşayabilmelerinde aşağıdakilerden hangileri şarttır?
%85.6 - Hem Resmi Hem Dini Nikah
%10.1 - Sadece resmi nikah
%1.4 - Sadece imam nikahı

10. Çocuklarınız din eğitimini ve dini bilgilerini nereden almalılardır?




11. Hepsi ücretsiz olsa KIZINIZI, yaz tatilinde hangisine göndermek isterdiniz?
%46.6 - Kuran kursu
%24.7 - Yabancı dil kursu
%11.6 - Yaz okulu
%10.8 - Nakış-Dikiş kursu
%6.3 - Spor okulu

12. Hepsi ücretsiz olsa OĞLUNUZU, yaz tatilinde hangisine göndermek isterdiniz?
%39.3 - Kuran kursu
%21.8 - Yabancı dil kursu
%14 - Spor okulu
%13.8 - Çıraklık, meslek eğitimi
%11.1 - Yaz okulu



Dönem: Eylül 2007
Şirket: GENAR
Denek Sayısı: 3210
Tema: Toplum Din İlişkisi


1. Dini pozisyon:
%96.1 - Bir dine inanıyor
%2.4 - Bir dine inanmıyor, inananlara saygı duyuyor
%1 - Din meseleleriyle ilgilenmiyor, agnostik olarak tanımlıyor
%0.5 - Dine karşı

2. Oy verirken inanç bir kriter midir?
%68.2 - Evet
%19.6 - Hayır
%12.3 - Nispeten evet



Dönem: Kasım 2006
Şirket: TESEV
Denek Sayısı: 1492
Tema: Toplum Din İlişkisi


1. Kendi değerlendirmesine göre kişinin dindarlığı:




2. Sizce din temelinde politika yapan partiler olmalı mı?
%41 - Evet
%54 - Hayır
%5 - Fikrim yok

3. Kızımın veya oğlumun başka bir mezhepten müslümanla evlenmesine karşı çıkarım?
%50 - Evet
%37 - Hayır
%11 - Kararsız

4. Farklı mezhepten bir ailenin komşunuz olmasına...
%25 - İtiraz ederdim
%75 - İtiraz etmezdim

5. Dine inanmayan bir ailenin komşunuz olmasına...
%49 - İtiraz ederdim
%51 - İtiraz etmezdim



Dönem: Ekim 2006
Şirket: KONDA
Denek Sayısı: 47958
Tema: Toplumsal Yapı Araştırması



Kişinin kendini ait hissettiği din ve mezhep
%81,96 - Sünni Hanefi
%9,06 - Sünni Şafii
%0,4 - Sünni Diğer
%5,02 - Alevi
%0,1 - Nusayri
%0,71 - Şii
%2,1 - Diğer Müslüman
%0,06 - Ortodoks
%0,01 - Katolik
%0,057 - Protestan ve diğer Hıristiyan
%0,013 - Yahudi - Musevi
%0,04 - Diğer Din
%0,47 - Dini Yok




Dünya Geneli


Dönem: Mid-2005
Şirket: Encyclopaedia Britannica
Denek Sayısı: ?
Tema: Worldwide Adherents of All Religions


1. Dünya dinlerinin yüzdelik dilimdeki dağılımı:




2. Din ve mezheplerin harita üzerinde ülkelere dağılımı:




3. Dinlerin harita üzerinde ülkelerden bağımsız dağılımı:







Dönem: Haziran 2005
Şirket: Ipsos-Public Affairs
Denek Sayısı: ?
Tema: Toplum Din İlişkisi


1. Dini liderler devletin aldığı kararlara etki etmeliler mi?

Evet: A.B.D. 37%, Kanada 25%, Meksika 20%, G.Kore 21%, Avustralya 22%, Fransa 12%, Almanya 20%, İtalya 30%, İspanya 17%, İngiltere 20%

Hayır: A.B.D. 61%, Kanada 72%, Meksika 77%, G.Kore 68%, Avustralya 75%, Fransa 85%, Almanya 75%, İtalya 63%, İspanya 76%, İngiltere 77%
(All other not sure)

2. Din hayatınızda ne kadar önemlidir?

Önemli: A.B.D. 86%, Kanada 64%, Meksika 86%, G.Kore 63%, Avustralya 55%, Fransa 37%, Almanya 54%, İtalya 80%, İspanya 46%, İngiltere 43%
Önemsiz: A.B.D. 14%, Kanada 35%, Meksika 14%, G.Kore 34%, Avustralya 45%, Fransa 63%, Almanya 46%, İtalya 19%, İspanya 52%, İngiltere 57%

3. Tanrıya olan inancınızı aşağıdakilerden hangisi en iyi açıklar?

Tanrıya inanmam: A.B.D. 2%, Kanada 6%, Meksika 1%, G.Kore 19%, Avustralya 11%, Fransa 19%, Almanya 12%, İtalya 6%, İspanya 10%, İngiltere 10%

Tanrının varlığı veya yokluğunu bilinemez: A.B.D. 4%, Kanada 6%, Meksika 1%, G.Kore 6%, Avustralya 11%, Fransa 16%, Almanya 11%, İtalya 5%, İspanya 9%, İngiltere 14%

Tanrıya inanmam ama bir çeşit doğa üstü güç var: A.B.D. 11%, Kanada 24%, Meksika 4%, G.Kore 12%, Avustralya 23%, Fransa 14%, Almanya 33%, İtalya 8%, İspanya 17%, İngiltere 20%

Tanrıya bazen inanırım: A.B.D. 2%, Kanada 5%, Meksika 4%, G.Kore 15%, Avustralya 8%, Fransa 11%, Almanya 6%, İtalya 10%, İspanya 11%, İngiltere 12%

Bazı şüphelerim olsa da Tanrıya inanırım: A.B.D. 10%, Kanada 14%, Meksika 9%, G.Kore 19%, Avustralya 14%, Fransa 14%, Almanya 15%, İtalya 18%, İspanya 19%, İngiltere 13%

Tanrı'nın varolduğuna dair hiçbir şüphem yok, inanıyorum: A.B.D. 70%, Kanada 43%, Meksika 80%, G.Kore 25%, Avustralya 32%, Fransa 24%, Almanya 22%, İtalya 51%, İspanya 32%, İngiltere 23%

4. Dini pozisyon:




9 Kasım 2009 Pazartesi

 İSPANYA ÖLÜM VADİSİ



Kıyamet 2012 izle, 2012 Film Fragmanı İzle, 2012 Sinema Fragman İzle

Kıyamet 2012 izle, 2012 Film Fragmanı İzle, 2012 Sinema Fragman İzle

Marduk Gezegeni Nedir, Tanrıların Gezegeni, Marduk Felaketi

Marduk Gezegeni


21 Aralık 2012'de tam 3600 yıl aradan sonra dünyaya yaklaşacak olan, eski uygarlıkların 'Tanrıların Gezegeni' dediği Marduk dünyanın kimyasını değiştirecek. Dünyanın ekseninin değişmesiyle iklim felaketlerinin yaşanacağı iddia edilirken milyarlarca insanın bu felaketten dolayı yaşamını kaybedeceği belirtiliyor. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de olası tehlikeye karşı örgütlenen insanlar
Kapadokya, Edremit gibi merkezlerde kendilerine geleceğin yaşam alanlarını yaratmaya çalışan Mardukçular beklentinin bir kehanet olmadığını, bilimsel verilere dayandığını iddia ediyor.

Bu konu bir çok tartışma programlarında tartışıldı ve hala tam bır sonuc alınmıs degıldır.Bir başka kaynaktan alınan bilgiye gore ise

KBUS HORTLADI
Marduk teorisi, Burak Eldem isimli eski çağ tarihi meraklısı bir bağımsız araştırmacının yazdığı '2012: Marduk'la Randevu' kitabıyla tekrar hortladı. Marduktan kaçış planı yapan, 700 civarında kişi Marduk cemaati denilebilecek bir grup oluşturdu.

HEPSİ İYİ EĞİTİMLİ
İyi eğitimli kişilerden oluşan grup, sığınakların nereye yapılacağı, erzakların nasıl saklanacağı gibi konuları belirliyor. Grubun Türkiye ayağı ise, Konya, Nevşehir, Kırşehir, Antalya gibi yerlerde sığınak yapmaya başlamış bile.

Marduk nedir?
2012'de Dünya'ya yaklaşacağı iddia edilen Marduk gezegeni felaketi, aslında otoritelerce kesinleşmiş bir bilgi değil. Ancak 1984'te, 'kütlesi Dünya'dan çok daha büyük ve koyu kırmızı renk veren bir gökcisminin Pluton'un yörüngesi dolaylarından sisteme girmekte ve hızla yaklaşmakta olduğu NASA tarafından tespit edilmiş.

3661 YILDA BİR
Teorilere göre, M.Ö. 3100 yılı civarında yaşayan Maya, Mısır, Sümer Harappa ve Minos gibi eski dünyanın uygarlıklarına ait kayıtlarda ortaya çıkan Marduk, 3661 yılda bir dünyaya yaklaşıyor. Ve her yaklaştığı dönemde doğal felaketleri beraberinde getiriyor.
NUH TUFANI GİBİ Mİ OLUCAK?

Marduk, 3 bin 600 yılda bir Dünya’ya teğet geçer. Maya takvimine göre yeni ziyaret 2012′de.
Gezegenin neden olduğu en büyük felaket 13 bin yıl önceki Nuh Tufanı’ydı. Benzeri olabilir.
Hititler ve Asurlar Marduk’u kil tabletlere resmetti. O tabletler İstanbul’daki müzelerde.

Marduk, ikinci Nuh Tufanı’nı yaşatacak

‘12. Gezegen Marduk’ kitabıyla tanınan Zecharia Sitchin, Marduk’un 2010′lu yıllarda dünyanın yakınından geçeceğini ve bu esnada yeni bir ‘Nuh Tufanı’nın’ daha yaşanacağını iddia ediyor.

Marduk gezegeninin yörüngesinin uzunluğu nedeniyle ancak 3 bin 600 yılda bir dünyayı ziyaret edebildiğine inanılıyor.

Sümerler tarafından ‘Nibiru’ olarak adlandırılan gezegenin, bugüne kadar sadece 1983 yılında IRAS kızılötesi teleskopu sayesinde görülebildiği iddia ediliyor.

Maya takvimine göre, 2012 yılında dünyaya yakınlaşacak olan Marduk’un, tıpkı 13 bin yıl önce olduğu gibi dünyaya felaket getireceği öne sürülüyor.

Dünyada Nuh Tufanı benzeri yeni bir felakete yol açacağını öne sürdüğü, ‘12. Gezegen Marduk’u ‘meşhur eden’ ünlü Rus araştırmacı-yazar Zecharia Sitchin, SABAH’a konuştu. Gezegenin 2010′lu yıllarda dünyaya yaklaştığında büyük bir felaket yaşanacağını söyleyen Sitchin, “Balık burcu çağı bittiğinde, Marduk kapımıza dayanmış olacak. Daha önce geldiğinde Nuh Tufanı yaşanmıştı” diye konuştu. Zecharia Sitchin sorularımıza çarpıcı yanıtlar verdi.

* Kitaplarınıza da konu ettiğiniz, bilinmeyen bir gezegenin 2012 yılında dünyamıza çarpacağı yönündeki tartışmalar hakkında ne söyleyebilirsiniz? ‘X gezegeni’ adını da verebileceğimiz bu gezegenin uzun ekliptik yörüngesi her 3 bin 600 yılda onu dünyamıza yakınlaştırıyor ve dünya üzerinde felaket etkisi yaratıyor. Gezegenin en büyük felaketi ise 13 bin yıl önce gerçekleşen büyük tufandır. Buna “Nuh Tufanı” denmesinin nedeni de İncil’de ve Sümeryazıtlarında bahsinin geçmesi. İnsanoğlu kurtuldu çünkü tufanın kahramanı bir gemi inşa etti ve Ağrı Dağı’nın zirvesine erişti. Bu bağlamda Marduk’un neden olduğu felaketin, Türkiye ile bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz.

1983′TE TELESKOPLA GÖRÜLDÜ

* Hangi uygarlıklar bu gezegenden haberdardı? Bu konu hakkında ilk bilgi sahibi olan Sümerlerdi. Ayrıca Babiller, Hititler ve Asurlular gezegenden haberdarlardı. Sümerler gezegeni ‘Nibiru’ Babiller ise tanrıların ismi olan ‘Marduk’ olarak adlandırdılar. Mısır ve Filistin’de gezegen ‘kanatlı yuvarlak’ olarak tarif ediliyor. İstanbul ve Ankara’daki arkeoloji müzelerini gezenler, yüzlerce yıllık birçok yapıt üzerinde bu sembolü görebilirler.

* O zaman neden kitabınızda bu gezegen ‘12. gezegen’ diye yer alıyor ve neden ‘bilinmeyen’ olarak nitelendiriyorsunuz? Sümerler bu gezegeni, güneş sistemimizde güneş, ay ve bilinen 9 gezegene ek olarak algıladılar ve güneş sisteminin 12. üyesi olarak kabul ettiler. Bununla beraber Akatlar şimdi Berlin müzesinde yer alan silindir bir mühür üzerinde güneşin merkezde olduğu ve bütün gezegenlerin gösterildiği bir güneş sistemi resmetti. Bu gezegen uzun ekliptik yörüngesi yüzünden teleskoplarla görülmüyor. Fakat 1983 yılında IRAS kızılötesi teleskopu onu görmeyi başardı."

21 Aralık 2012 Dünyanın Sonu Mu? Kıyamet 2012 Yılında Mı Olacak


21 Aralık 2012 Dünyanın Sonu Mu?


“2012’de Marduk çarpacak. Dünya yok olacak” iddiaları NASA’yı harekete geçirdi. Bilimadamları araştırdı ve son bulgular açıklandı. Her 3 bin 600 yılda bir güneşin yörüngesine girerek dünyanın yakınından geçen Marduk, (Nibiru) isimli gezegenin dünyaya çarpacağı söylentileri ayyuka çıkınca NASA, halkın endişelerini ortadan kaldırmak için bir açıklama yaptı. NASA, Marduk’un 21 Aralık 2012’de dünyaya çarparak Maya takviminin son gününde dünyanın sonunu getireceği iddialarına internet sitesinden soru-cevapla yanıt verdi:


2012’te kıyametin olacağı nereden çıktı?


Marduk söylentisinin kökeni Sümerlere dayanıyor. Bu gezegenden gelen uzaylıların dünyayı ziyaret ettiğine inanılıyordu.


Sümerler astronomide çok gelişmişlerdi. Öngörüleri doğru olamaz mı?


Sümerler Uranüs, Neptün ve Pluton’u keşfetti. Ama dünyanın güneşin etrafında döndüğünü anlayamadılar.


Marduk 1983’te “Gezegen X” olarak keşfedilmedi mi?


1983’te IRAS uydusu anlaşılamayan bir şey görüntüledi. Bunun bir galaksi olduğu anlaşıldı. Ama basın bunu yeni bir gezegen olarak ilan etti.


İnternette bir çok Marduk fotoğrafı var. Bu gerçek olduğunu kanıtlamaz mı?


Fotoğrafların çoğu güneşin arkasında saklandığı iddiasına destek vermek için güneşle yakın gösterilmiş. Ama hepsi fotoşop ürünü.


Ama güneş fırtınalarının Amerika’yı 1 ay felç edeceği söyleniyor? Kaynakları da NASA. Bu nasıl oluyor?


Araştırma en kötü senaryoya göre hazırlandı. Ancak basın bunu olacak gibi verdi.


2012’de dünyaya bir de meteor çarpacağı söyleniyor.. Bu doğru mu?


Hayır. 2012’de dünyaya hiç bir şey çarpmayacak.


Marduk bir aldatmacaysa NASA neden bununla ilgileniyor. ABD hükümeti neden bir şey yapmıyor?


İddiaları NASA ile ilişkilendirmeye çalışıyorlar. İnternette de yayan bilgilere karşı bir kanun yok.


2012 Doomsday filmi için ne düşünüyorsunuz?


İnsanların hükümetine güvenmemesi üzerine kurulu bir film.


Marduk’un koordinatlarını Google Sky ve Microsoft Telescope’un kararttığı iddia ediliyor?


Dünya hareket ediyor. Bir gezegen nasıl hep aynı noktada görünebilir. Google ve Microsoft eksik veri yüzünden o bölgeleri boyadığını açıkladı.


ABD panik yaratmamak için bu gerçeği saklıyorsa?


Dünyanın sonu nasıl gizlenir.


Maya takvimi neden 2012’de bitiyor?


Maya uygarlığı çok zekiydi. Karmaşık bir takvim geliştirdi. Dünyanın bu zamana kadar varlığını sürdüreceği öngörülmediği için 2012’de sonlandırdı.


2012’te tüm gezegenler aynı hizaya gelecek. Dünya da Samanyolu’nun tam ortasında yer alacak. Bu dünyanın çekim kuvvetinin tersine döndürür mü?


Dünya Samanyolu’nun merkezinden 30 bin ışık yılı uzakta. Gezegenlerin aynı düzleme gelmesi de özel bir çekim alanı yaratmaz.


2012’deki güneş fırtınaları dünyanın manyetik alanını değiştirecek mi?


Güneş fırtınaları her 11 yılda olur. Şimdiye dek dünyada bir canlıya zararı dokunmadı.

Maya Kehanetleri, Mayaların Gelecek Kehanetleri

Maya Kehanetleri

Dünyanın en gizemli uygarlığı Mayalar'dan geriye sadece, çözümü onlarca yıl süren yazılı tabletler kaldı. Hiçbir iz bırakmadan tarih sahnesinden silinen bu görkemli uygarlığın izlerini araştıran bilim adamı ve tarihçiler, dünyanın geleceğiyle ilgili önemli ipuçlarına ulaştılar. Mayalar'ın takvimine göre dünya 1 milyon 872 bin günde bir çağ değiştiriyor. Oldukça karışık olan bu takvim bilim adamlarınca ancak yüz yılda çözülebildi. Bu yazıda dünyanın geleceğiyle ilgili Mayalar'ın kehanetlerini okuyacaksınız. Geçmişteki en eski ve en gelişmiş uygarlıkların en güçlüsü ve 2012 yılı için yaptıkları kehanet! Dünyanın en gizemli uygarlığı Mayalar'dan geriye sadece, çözümü onlarca yıl süren yazılı tabletler kaldı. Hiçbir iz bırakmadan tarih sahnesinden silinen bu görkemli uygarlığın izlerini araştıran bilim adamı ve tarihçiler, dünyanın geleceğiyle ilgili önemli ipuçlarına ulaştılar.

Mayalar'ın kriptoyu andıran tabletlerinde dünyanın son çağına gireceği ancak bunun büyük bir tufandan sonra olacağı yazılı. 'Uzaylı uygarlık' olarak da tanımlanan Mayalar'a göre dünya bugüne kadar dört çağdan geçti ve her çağın sonunda büyük yıkım yaşandı. Mayalar'ın oluşturduğu takvime bakıldığında da dünyanın yaşayacağı tufan net olarak belli. Mayalar'ın takvimine göre dünya 1 milyon 872 bin günde bir çağ değiştiriyor. Oldukça karışık olan bu takvim bilim adamlarınca ancak yüz yılda çözülebildi.


Kehanetleri:

Yüzlerce yıl önce yok olan Maya Uygarlığı'nın tabletlerine göre dünya büyük bir tufandan sonra son çağına girecek.

Maya takvimindeki yok oluş tarihi Marduk'la da örtüşüyor. Dünyanın beşinci değişimi bu yüzyılda. Tabletlerdeki Maya takvimi tufanların yaşandığı 4 çağdan sonra sonu yine tufanla bitecek 5'inci çağın 21'inci yüzyılda başladığına işaret ediyor.

Mayalar kim?

Her şeyden önce Mayalar çok üstün seviyeli dinsel bilgilerle geldiler. Tek tanrı inancındaki eski 'Mu Güneş Dini' ne bağlı bir topluluktular. Örneğin Mısır uygarlığı, Mu'dan sonra gelen ve Mu kadar gelişmemiş bir uygarlık olan Atlantis'in bir kolonisiydi. Öyle olmasına rağmen dönemin çok üstünde bir gelişim gösteren bir uygarlık olarak tarih sahnesine çıktılar. Mayalar o anlamda Mısır'dan hem çok daha üstün bilgiye ve daha eski bir geçmişe sahiplerdi. Çok gelişmiş dini sistemleri sayesinde geleceğe ait bazı bilgilere sahip olan Mayalar'ın geleceğe ait olan bilgileri ise geçmişe ait bilgiye sahip olmalarında yatıyordu. 'Başlangıç nasılsa son da öyle olacaktır' diye çok eski ezoterik bir söz vardır. Çünkü bazı şeyler yeryüzünde periyodik olarak tekrar ediyor. İşte Mayalar'ı önemli kılan bu ezoterik (gizli öğreticilik) bilgi birikimine sahip olmalarıydı. Mayalar'a göre yeryüzünde meydana gelen en önemli değişimlerden biri de eksen açısıyla ilgiliydi.

Günümüz bilimsel bulguları Mayalar'ın bu bilgisiyle tam anlamıyla örtüşmüş durumdadır.
Mayalar 2012 için 'zamanların sonu' diyor. Ancak bu yok oluş anlamında değil fiziksel bir değişim. İnsanoğlu dört kez geriledi ve artık değişim zamanı. Mayalar'a göre; 2012 yılı insanlığın yükselişinin başlangıcı olacak.

Maya Kehanetleri'ne göre 22 Aralık 2012 tarihi dünya için çok önemli. Çünkü bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona ererek yeni bir çağ başlayacak. Büyük bir tufanla gelecek olan bu yeni çağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz.

'Beşinci kutupsal kayma' olarak adlandırılan bu değişimde daha önceki değişimlerde olduğu gibi yine kutupların manyetik alanının değişmesiyle meydana geleceğini söyleyen Sınır Ötesi Yayınları'nın Genel Yayın Yönetmeni Ergun Candan, dünyadaki iklimlerin değişimini de buna bağlıyor. Candan, 'Kutuplar yer veya açı değiştirdiğinde kutuplarda buzlar eriyor. Kaldı ki, küresel ısınma sonucu şu anda Kuzey Kutbu'ndaki buzullar zaten erimeye başlamış durumda.

Mayalar'a göre de daha önce yaşanan dört çağda tıpkı bu şekilde sona erdi' diyor.
Dünyanın en az dört kez kutupsal kayma (kuzey ve güney kutbu) yaşadığı bilimsel verilerle kanıtlandı. En son Discovery kanalında dünyanın manyetik alanının belirli periyotlarla nasıl değiştiğini bilimsel çevreler açıkladı. Hatta bilgisayar ekranındaki üç boyutlu animasyonlarla gösterimi yapıldı. Şu anda dünyanın manyetik alanında muazzam bir değişim var. Bunun da en büyük nedeni güneşte meydana gelen değişimler. İlginç olan Mayalar bunu biliyordu. Konunun bir diğer yanı da Mayalar'ın bununla da yetinmeyip, gelecekte tüm insanlığı etkileyecek trajediyi bizlere şifreli bir şekilde duyurmuş olmalarıdır. Bu şifreye göre dünya için 2012 yılı çok önemli.


Yani bu görüşe göre 2012 yılında dünya yok mu olacak?

Mayalar 2012 için 'zamanların sonu' diyor. Fakat bu dünyanın top yekun yok oluşu değil, bir fiziksel değişim. Daha önce yaşanan sanki tufan gibi düşünebiliriz. Bu fiziksel değişimlerle birlikte ruhsal değişimler de birbirleriyle orantılı devam ediyor. Her bir büyük fiziksel değişimlerle birlikte insanlık ruhsal değişimde yaşıyor. Şu ana kadar insanlar aşağıya inişi yaşadı. Birincisinde biraz daha kabalaştı, ikincisinde biraz daha, üçüncüsünde biraz daha... Dördüncünün sonunda tam anlamıyla bir dip yaptı. Bu yüzden 2012'yi Mayalar insanlığın yeniden yukarı çıkışın yaşanacağı bir çağ olarak tanımlıyor. Hatta çeşitli dinler bundan Altın Çağ, vaat edilen cennet veya Nirvana gibi bahseder. 2012'nin önemi burada. Aşağıya inen insanlık tekrar yukarı çıkacaktır. Bunun da ilk basamağı 2012'dir diyor Mayalar.


Bugüne kadar Mayalar'ın hangi kehanetleri yerini buldu?

Şu anda bilimsel olarak ispat edilen dünyanın dört kez kutup değişimi geçirdiği. Bugün bu durum ispatlanmış durumda. Günümüz insanları bunu yeni keşfetse de, Mayalar bunun farkındaydılar. Bu bile başlı başına önemli bir şey.

Mayalar'la ilgili tüm bu bilgilere nasıl ulaşıldı?

Bütün bunlar dünyaca ünlü astro fizikçi Coterelli'nin bilgilerini bir BBC muhabiri Adrian Gilbert'in derlemesi sonucunda dünya kamuoyuna duyurdu. En önemli buluş da eski Maya kenti Palanque'deki Yazıt Tapınağı'nda buldukları mezar taşının kapağındaki şifreyi çözmeleriyle oldu.

Şifre nasıl çözüldü?

Simetriyle ilgili bilgileri çözerek çok önemli sonuçlara ulaştılar. Kapağın üzerindeki şerit motiflerini simetrik bir şekilde yan yana getirdiklerinde ortaya Jaguar ve bunun üzerinde de bir Yarasa sembolünün ortaya çıktığını gördüler. Mayalar'ın sakladıkları bu sembollerin bir anda belirmesi Cotterel'i şaşkına çevirmişti. Çünkü Mayalar'ın mitolojik yazıtlarında Jaguar beşinci yani bizim çağımızı, yarasa ise ölümü sembolize etmekteydi!... Kapağın üzerinde açık bir şekilde görülen 'Güneş Haçı' nın üzerindeki ilikler ise Güneş'in manyetik iliklerini temsil etmekteydi. Bu da Mayalar'ın gizli mesajıydı. Yaşanacak trajedinin sebebi Güneş'te meydana gelecek olan manyetik değişimlerdir!..

Mayalar şaşırtıcı bir astronomi bilgisine sahip bir medeniyetti. Sadece Güneş, Ay ve Mars gibi bugün amatör gözlemcilerin dahi gözlemleyebildiği yakın cisimlerle değil, neredeyse bütün uzak yıldızları, yıldız gruplarını ve bunların hareketlerini gözlemlemişlerdi. Hatta bu gözlemleri sayesinde bir yılı bizim bugün süper bilgisayarlarla hesapladığımız süreden milyonda bir hata payı ile hesaplamışlardı. Zamanı ölçmede hassas hesaplara ulaşmak için döngülerden ve iki ayrı takvimden yararlanmışlardı.

Bunların ilki, 'kutsal takvim' olarak bilinen ve 20'şer günlük 13 aydan oluşan 'Tzolkin' (Gün Sayımı) denen döngüdür. Bu döngü, 13 rakam ve 20 ismin oluşturduğu kombinasyonları içerir ve 260 günlük sürecin bitiş günü '13 Ahau'dur. 'Haab' adını taşıyan bir ikinci takvim, bugün bizim kullandığımız güneş takviminin çok benzeridir ve yine 20'şer günlük 18 aydan oluşur. 'Uinal' olarak adlandırılan bu 20 günlük ayların toplamı 360 gün yapar ve Maya zaman ölçümünde buna 'tun' adı verilir. Normal güneş yılı için gerekli olan 5 artık gün, 5 tanrının adıyla 'tun'a eklenir (aynı Mısır ve Sümer'de olduğu gibi!) Her iki döngünün gün sayıları ancak 52 güneş yılı sonra eşitlenir. Tzolkin ile Haab'ın bitişleri aynı güne denk gelir yani, Tzolkin'e göre 13 Ahau gününde, Haab da sona ermiştir.

GÜN SAYISI İSMİ 1 Kin 20 Uinal 360 Tun 7200 Katun 144000 Baktun İşte Mayaların efsanevi 'Long Count' yani 'Uzun Sayım' dedikleri süreç, 13 Baktun'a eşittir (1.872.000 gün = 5125,36 güneş yılı) Maya tarihinde 'başlangıcı' olarak belirlenmiş noktayı bilmezsek, yukarıdaki hesabı yapamayız. Bizim takvim sistemimize göre bu an, İsa'nın doğduğu varsayılan yıldır. Gregoryen takvimimizde biz bu yılı '0' olarak kabul eder ve öncesini, sonrasını buna göre hesaplarız.

Mayalarda da bu tarihin başlangıcı 0.0.0.0.0 günü olmalıdır; yani herşeyin başlangıç noktası Arkeolojik bulgular ve Karbon-14 yöntemi yardımıyla yapım tarihi bizim takvimimize göre büyük bir kesinlikle belirlenen birkaç tapınakta (İzapa, Chichen Itza ve Monte Alban'da) Maya rahiplerinin, yapılış tarihini belgeleyen Uzun Sayım tarihleri de bulunmuş ve yanılma payıyla birlikte Milattan Önce 11 Ağustos 3114 tarihi 0.0.0.0.0 noktası olarak tespit eidlmiştir. Ve buna göre 13.0.0.0.0 tarihi 21 Aralık 2012 gününe denk gelmektedir.

Maya takviminin 21 Aralık 2012'de bitmesinde ne var diye soruyor olabilirsiniz. Aslında bu tarih tespit edildikten sonra araştırmacılarında kafasına takılan soru buydu. Ve ilk akla gelende, astronomide bu kadar ileri bir toplumun bu tarihide bir astronomik oluşumla ilişkilendirmiş olma olasılığıydı. Bu yönde yapılan araştırmalar bu fikrin doğru olduğunu ortaya koydu.

Bilindiği gibi 21 Aralık tarihi yılın en kısa günüdür. John Major Jenkins, 21 Aralık 2012'de gökyüzünde oluşan astronomik konumların, oldukça sıradışı birleşmelere işaret ediyor. Bunların en önemlisi, gezegenlerin ve Ay'ın üzerinde hareket ettiği, 'Ekliptik' olarak adlandırdığımız 'tutulum çemberi'nin, tam 21 Aralık günü Samanyolu'nun dünyadan görülen ekvatoral çizgisiyle kesişmesi. Bu kesişmenin, modern astronomik ölçümlere göre 'galaksimizin merkezi' olduğu belirlenen noktada (süper karadeliklerden biri olduğu düşünülüyor.) gerçekleşmesi, bu tarihi daha da ilginç kılıyor. Ama daha ilginci, 21 Aralık günü Güneş'in de tam 'gündönümü' sırasında bu noktayla aynı hizaya gelmesi. Astronomik deyişle 'Gündönümü Güneşi', Ekliptik ile Samanyolu kuşağının 'galaksi merkezi' olduğu belirlenen noktayla aynı hizada kesiştiği koordinata yerleşiyor. Bu birleşim, Mayalara göre, 'Güneşler' olarak adlandırdıkları devrelerin beşincisinin noktalandığı anı belirlemekte.

Maya kozmogonisine göre, dünyanın geçmişi, 13 Baktun'luk (aşağı yukarı 5125 yıl) devrelerden oluşur ve bunların her birinin bitimi, dünya için radikal değişimler ve büyük yenilikler içerir. İçinde bulunduğumuz devre, Mayalara göre beşinci ve son devredir ve 13.0.0.0.0 tarihinde son bulacaktır. Bizim takvimimize göre sözü edilen bu tarih, 21 Aralık 2012'ye denk gelmektedir.
Mayaların bugüne ilişkin öngörüleri,efsaneleri veya kehanetleri ise gerçekten çarpıcı. Buna geçmeden önce bir bilgiyi daha vermek gerekli. İçinde bulunduğumuz galaksi milyonlarca yıldıza sahip olmasına rağmen, galaksimizin merkezi olarak gösterilen nokta yıldız miktarının gayet seyrek olduğu bir nokta. Yaklaşık 25,800 yılda toplam 4 kere (dünyanın presession süresi) galaksi merkezimizle,

* ' A door into the heart of space and time will open' , Zamanın ve uzayın kalbindeki kapı açılacak
* ' The cosmos will be reborn or recreated ' , Evren yeniden doğacak, yeniden yaratılacak
* ' We will reach the Zero Point of the process - a moment of collective spiritual birth ' , Döngünün sıfır noktasına erişeceğiz, toplu ruhsal doğuş anı
* “…our basic orientations will be inverted. On the level of human civilization, our basic assumptions and foundation values will be exposed, and we will have the opportunity to embrace values long since driven under the surface of our collective consciousness'

Bizim basit doğamız ters yüz olacak. Aslında tek önemli tarih 21 Aralık değil 2012 yılı için. Mayaların astronomi birikimlerinde , Boğa takımyıldızındaki Pleiades grubunun ayrı bir önemi var. G Bu yıldız grubunun gökyüzünün tepe noktasından ('Zenith' noktası) geçişi, Mayalar için önemli bir olaydı ve genellikle Tzolkin ile Haab'ın son günlerinin çakıştığı 52 yıllık dönemin sonunda yaşandığı için de fazlasıyla önemsenirdi. Monte Alban'dan İzapa'ya dek birçok kentte, gökyüzünün tepe noktasını gözlemlemek için hizalanmış şaftlara sahip yapılar bulunmuştur. Bu gözlem noktalarında başını yukarı kaldırıp belli bir anda daracık şafttan gökyüzüne bakan gözlemci, yalnızca Zenith noktasını görürdü. Meksika'nın güneyinde, İzapa'nın bulunduğu paralel üzerinde Güneş - Pleiades buluşması, presesyon etkisinden bağımsız olarak her yıl, ilkbahar ekinoksundan 61 gün sonra gerçekleşir. Günümüzde bu tarih, Güneş'in Boğa Burcu'na girdiği 20 Mayıs tarihine denk gelmektedir.

Bu buluşma Zenith'te gerçekleşirse ne olur?

Mayıs 2000'deki gezegen dizilimini hatırlayacaksınız. Ama ondan çok daha önemli birşeyi çoğunluğumuz bilmiyoruz. Mayalarca önemli olduğu yeterince vurgulanan gün, Güneş - Pleiades - Zenith buluşmasıdır ve bu astronomik olayın gerçekleşme tarihi de 20 Mayıs 2000'dir.

Mayalar, 13 Baktun'un hemen öncesine denk gelen bu astronomik buluşmayı, bir sürecin başlangıcını işaretlemek için kullanmışlardı Ünlü Kukulkan piramidinin tepesinde, doğrudan Zenith'e yöneltilmiş, çıngıraklı yılan kuyruğu biçiminde bir sütun yer alır. Çıngıraklı yılanın kuyruğundaki 'çıngırak' işaretleri, Maya kültüründe Pleiades'in simgesidir. Çıngırağın biraz aşağısında, 'Ahau yüzü' olarak adlandırılan bir kabartma vardır ve bu da, Güneş'i simgelemektedir. Bir bütün olarak Kukulkan piramidinin tepesindeki şekil, Güneş - Pleiades - Zenith buluşmasına işaret etmektedir..

Orta Amerika'nın balta girmemiş ormanlarında kaybolup gitmiş bir uygarlık... Tarihte en çok merak edilen insanların soyu: Mayalar...

Kimdi bu insanlar?... Nereden gelmişlerdi ve çağımıza hangi mesajları bırakmışlardı?

İşte bu sorular; 1773 de şu meşhur şehir Palanque'nin* kalıntıları bulununcaya kadar; yazarların, kaşiflerin, bilim adamlarının iki yüz yıl boyunca kafa yordukları sorulardan sadece birkaçıydı... Hala bile tamamen ortaya çıkarılamamış ve gün geçtikçe vahşi ormanın tehdidini üzerinde hisseden bu muazzam kent, yeni dünyanın en çok merak ettiği sırrıydı... Göz alıcı beyaz kireç taşıyla, Rönesans Masonları'nın bile kusur bulamayacağı mükemmellikte inşa edilmiş o piramitler, tapınaklar ve saraylar görenleri dehşet içinde bırakıyor... Ne yazık ki kentin en önemli binalarının duvarları üzerindeki şifrelerin çözülmesi ancak 20. Yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşebilmiş, bu hazinenin değeri ancak bu şekilde anlaşılabilmiştir.

Bulgular bizden oldukça farklı bit toplumu gün ışığına çıkarıyor. Mayalar sadece Yeni Dünya Uygarlıkları'ndan değil, kendi dönemleri içinde yaşamış Eski Uygarlıklar'dan da çok farklıydılar. Yaşamsal gereçler haricinde pek fazla kişisel mala sahip değillerdi. Mısır ve diğer mahsulleri yetiştirmek için basit tarım araçları kullanırlar, bununla beraber toprağın verimliliğini sağlamak amacıyla, tuhaf ve acı verici majik ayinler düzenlenmesi gerektiğine inanırlardı. Bu majik nitelikli ayinler, doğayla barış yapmak adına harikulade süslü ve gösterişli giysileriyle rahipler ve kabile liderleri tarafından yürütülürdü. Maya kabilesi hiyerarşik bir toplumdu. Kanun adamları da köylüler de yerlerini bilirlerdi. Mayalar'ın, Avrupa'da aynı çağda yaşamış diğer karanlık çağ toplumlarından önemli bir farkları vardır:
Mayalar Astronomi uzmanıdırlar...

'Güneş'in 5. Çağı'nda yaşadıklarına, bizim devrenin insanına gelinceye kadar yeryüzünde 'Dört Çağ' ve 'Dört Irk'ın gelip geçtiğine inanırlardı. Onlara göre u dört ırk, büyük afetlerle yok olmuş, her çağdan geriye kalabilenler bu olup bitenleri anlatabilmişlerdir.
M.Ö. 12 AĞUSTOS 3114'den,
M.S 22 ARALIK 2012'ye...

Maya Kronolojisi'ne göre, yaşadığımız '5. Çağ' M.Ö. 12 Ağustos 3114 tarihinde başlar ve M.S. 22 Aralık 2012 tarihinde biter. Mayalar 2012'de dünyanın katostrofik (ağı hasarlı) depremlerle karşılaşarak, büyük bir 'Tufan'a sahne olacağına inanırlar.

Bu güne kadar Mayalar hakkında birçok kitap yayınlanmış fakat, hiç biri bu tuhaf ama dikkate değer takvimi incelemeye, bu kesin tarihleri neye dayandırarak ortaya koyduklarını araştırmaya cesaret edememiştir. Takvimlerin mekaniği hakkında pek çok şey yazılmasına rağmen, onları bu tarz komplike zaman sistemleri oluşturmaya iten sebepler hala karanlıktaydı.

Artık kurdukları saatin alarmı çaldı çalacak... Ve biz nihayet onların sadece kendi zamanları için değil, tüm insanlık için hayati önem taşıyan bu bilgilere sahip olduklarını görüyoruz.
Uygarlıkları bizim standartlarımıza göre ilkeldi belki... Çağlayan nehirlerinden başka su sistemleri, yolları, arabaları, elektronik bilgisayarları yoktu... Ama diğer konularda engin bilgi ve altyapıya sahiptiler. Son araştırmaların gösterdiğine göre Mayalar, bizim düşünemeyeceğimiz, hatta tahmin bile edemeyeceğimiz tarzda fizik ötesi bilgi ve pratiği kullanabiliyorlardı.*

Bu esrarengiz insanlar, Avusturalya Yerlileri gibi rüyayı, geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman hakkında yorum ve kehanetler yapabilmek için kullanmışlar, gezegenleri ve yıldızları da modern araçlar olmamasına rağmen tuhaf bir biçimde doğru olarak takip edebilmişlerdir.
Mayalar, kendi dinlerine çok sıkı bağlı olan bir toplumdu. Sırlarla dolu dinleri dıştan bakışta hiçbir şey anlaşılamayacak kadar şifreliydi. Ona ancak inisiye olanlar nüfuz edebilmekteydi.* Dinlerindeki sırlar mitolojik anlatımlarında üstü örtülü bir şekilde dile getirilmiş durumdaydı. Ama mitolojilerindeki sembolik anlatom üzlubu da çözülemeden, bu bilgilere ulaşmak hiçbir zaman mümkün olamamıştır. Mayalar kelimenin tam anlamıyla gizemli bir toplumdu...

İlk zamanlarından son zamanlarına kadar (M.S. 600 - 800 yılları arasındaki Post-Klasik dönem ve sonraki birkaç yüzyıl) dünyadaki en önemli sanat eserlerinden bazılarını üretmişlerdir. Fakat hala tam olarak anlaşılamayan bazı sebeplerden dolayı, Maya Uygarlığı çökmüş ve kabile, kentlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Bir zamanlar muazzam piramitler inşa edip, yıldızlar ve gezegenler üzerine çalışma yaptıkları bölgenin büyük bir kısmı şu anda ormanın ve toprağın derinliklerinde yatmaktadır.

Maya Uygarlığı'nın üzerinde yükselen Toltek ve Aztek kabileleri, bugünkü Mexico City'nin daha kuzey bölümlerine yerleşmişlerdir. Bununla beraber Maya Uygarlığı'nın en son temsilcileri güneydeki tepelere ve kuzeydeki Yucatan Yarımadası'ndaki düzlüklere dağılmışlar, asıl yerleşim merkezi olan orta kısım ise tamamen terk edilmiştir."

Maya Takvimi Nedir? Mayalar Kimlerdir, Maya Takviminin Önemi

Maya Takvimi Nedir? Mayalar Kimlerdir



Güney Amerika'da 4. binyılın sonlarına doğru bir uygarlıkta daha güçlü bir gelişimin gerçekleştiğine dair kanıtlar vardır. Bizim takvimimizle M.Ö. 12 Ağustos 3114′de Maya takvimi ortaya çıkmıştır… Mayalar bizim bugün kullandığımız Gregorian takviminden daha doğru olan bir tarihlendirme sistemini bulmuş sıradışı insanlardır.

Dünya güneş etrafındaki dönüşünü tam sayıda Günde tamamlamaz. Çoğu okul öğrencisinin bildiği gibi yılda 365 Gün vardır. Ama tam olarak değil. Doğrusunu söylemek gerekirse her dört yılda bir bir gün eklememizi gerektirecek şekilde tam olarak 365.25 gündür. Bu onaltıncı yüzyılın sonlarına kadar batı Avrupa'da kullanılan orijinal Julian takviminin temelidir. Ancak yeterince doğru değildir.

Aslında bir yıl 365.25 Günden onbir Dakika ve birkaç saniye daha kısadır. Bu yüzden de zaman içinde takvimle mevsimler arasında bir ayırım ortaya çıkmaktadır. 1582 yılında takvimi aydönümüyle aynı konuma getirmek için Papa 13. Gregory fazladan on Günü bulunan bir takvim bastırdı. Julian takvimini yeniden düzenleyerek bir yüzyıl kapayan ve 400′e bölünemeyen yıllar sıradan yıllar olacak ve artık yıllar sayılmayacaktı. Bu Gregorian sistemine göre 1600 ve 2000 (400′e bölünebilen) yıllar artık yıllarken 1700 1800 ve 1900 böyle değildir. Bugün bu sistemi kullanmaktayız.

Maya sistemi karmaşıktır. Tzolkin denen 260 günlük bir temele dayanır ve belirsiz bir 365 gündür. Takvimlerini aydönümüne uydurmak için kullandıkları yöntemi anlatmak için yeterince yerimiz yok. Diğer kültürlerde olduğu gibi sistemleri güneşin hareketini temel almaktadır ama Venüs gezegeninin dairesel devrini kullanarak hesaplamalar yapmaktadırlar. Örneğin bir Baktun 144000 gündür. Onüç Baktun tam bir çağ dönümüdür. Şu an içinde bulunduğumuz Baktım 22 Aralık 2012′de tamamlanacak. 5000 yıllık bir süreçte Maya takvimi Gregorian takviminden daha doğrudur.

M.S. 100 yıllarına kadar Maya bilinen bir uygarlık olmamasına karşın takvimlerini M.Ö. 3114 de başlatmışlardır. Mayalar M.S. 600 ile 800 yılları arasında Altın Çağ'larını yaşamış sonra da şehirlerini bırakarak ortaya çıktıkları gibi gizemli bir şekilde kaybolmuşlardır. Tıpkı Mısırlılar gibi Mayalar da piramitler dev heykeller inşa etmiş ve tam bir yazı sistemi geliştirmişlerdir.

Ne var ki Maya takviminin başlangıç tarihinin de bizimki gibi önemli bir olaya dayandığı bellidir. M.Ö. 12 Ağustos 3114 de Mayalar için bu kadar özel ne olmuştu ki?

Bunu asla kesin olarak bilemeyeceğiz. Aztekler'i ve diğer Kızılderililerdi Hıristiyanlık dinine çevirme hevesine kapılmış olan İspanyollar bütün yazılı bilgileri
yok ettiler. Yucatân Piskoposu Diego de Landa şöyle demektedir: “Bu karakterlerle yazılmış çok sayıda kitap bulduk ama batıl inanç ve yalanlardan başka bir şey içermedikleri için hepsini yaktık.”

Neyse ki anıtların üzerine büyük karakterlerle kazıdıkları bazı yazılar kaldı ve dilimize çevrildiğinde Maya takvimi sayı sistemleri mitleri ve tarihleri hakkında biraz bilgi edindik.

Mayalar takvimleri icat etmeleriyle tanınmalarının yanında eski bir Meso-Amerikan uygarlığı olan Olmekler'den yola çıktıklarına dair bazı kanıtlar vardır. Bu insanlar hakkında fazla bilgi yoktur ama uygarlıklarının başlangıç tarihinin M.Ö.1500 yılları olduğu sanılmaktadır; takvimin başladığı M.Ö. 3114′den hâlâ biraz yakında. İleride yapılacak başka arkeolojik araştırmalar yeni cevaplar bulabilir. Ancak Ölmekler hakkında asıl ilginç nokta heykelleridir. Biri beyaz diğeri siyahi olan iki ırka ayrılmaktadırlar. Bu durum bu insanların kökeninin Amerikalı değil Atlantik Okyanusu'nun diğer yanından gelen insanlar olduğunu göstermektedir.

Kolomb'dan önce Avrasya ve Amerika kültürleri arasında bir bağ olduğu fikri yeni değildir. Kıtalar arasındaki fikirler dil ve mimari arasında benzerlikler vardır. Thor Heyerdahl'ın 1970′lerde yayınladığı Ra II'de anlattıklarına göre antik Mısırlılar sazdan yapılmış tekneleriyle Atlantik'i aşmışlardır. Bu teknelerin tarzı ve yapıları Peru'daki Titicaca Gölü'nde bulunanlarla büyük bir benzerlik göstermektedir. Diğer bazıları ise ünlü gezgin ve denizcilerin Atlantik'i ilk aşan insanlar olduğu fikrinde ısrar etmektedirler"

akhenaton -> Güneş’in Batmayacağı Gün

Şairler, kimi zaman şiirlerinde Güneş’in sonsuza değin doğacağından söz ederler. Oysa yıldızların belli bir ömrü vardır; hiçbir zaman sonsuza değin enerji yaymazlar. Daha hafif elementlerin birleşerek daha ağır elementler haline gelmesi sonucu yıldızlarda oluşan enerji, sonsuza değin üretilmeyecek. Yıldızların bileşimi zamanla değişime uğrayacak ve giderek daha fazla ısınacaklar. İşte aynı evrelerden Güneş de geçecek. Güneş’in ışık yayma gücü bir milyar yıl içinde yüzde on kadar artacak, hatta 6,5 milyar yıl sonra ikiye katlanacak. Bu da Dünya’daki yaşamın sona ermesi anlamına gelecek. Kurak ve verimsiz bir kaya parçası haline gelecek olan gezegenimizin atmosferi bile dağılacak ve uzaya karışacak


Dünya ‘nın bundan sonra başına geleceklerse tam olarak bilinmiyor. Amerikalı şair Robert Frost’un 1923 yılında yazdığı “Ateş ve Buz” adlı şiirinde de söz ettiği gibi, yaygın kanı, Dünya’nın sonunun ya ateşte ya da buzda olacağı. Yaklaşık 7 milyar yıl sonra, ölüme adım adım yaklaşan Güneş, beyaz cüceye dönüşmeden önce iki kez kırmızı dev haline geldiğinde gezegenlerin durumu ne olacak peki? Güneş’e en yakın gezegen konumunda olan Merkür’ün elbette hiç şansı yok. Bu gezegen, Güneş’in Venüs’ün bugünkü yörüngesine ulaşacak kadar genleştiği ilk dev evresinde yutulacak.

Küçük gezegen bir anda buhara dönüşecek. Venüs ile Dünya’nın da yutulup yutulmayacağı ya da bu gezegenlerin Güneş’in ateşten soluğundan kılpayı kurtuyup kurtulamayacakları, yıldızımızın kütlesinin büyük bir bölümünü uzaya ne zaman, nasıl ve ne kadar hızlı

püskürteceğine bağlı olacak. Bu kütle kaybıysa, ölüme yaklaşan yıldızın büyüklüğü,kütlesi, ışık yayma gücü ve bileşimine bağlı. “Güneş boyutundaki yıldızların kırmızı dev konumunda kütlelerinin yaklaşık %40′ını kaybettiklerini biliyoruz. Ne var ki, bu kütlenin yavaş yavaş, yani milyonlarca yıl boyunca mı, yoksa ani sayılabilecek 10 000 ya da 100 000 yılda mı kaybedildiği bugüne kadar kesin olarak bilinmiyordu. Bu da önemli bir fark yaratıyor diye yorum getiren Iowa Eyalet Üniversitesi’nden Lee Anne Willson 20 yıldan daha uzun bir zamandır George H. Bowen ile birlikte yaşlı yıldızların kütle kaybını araştırıyor.

Şurası kesin ki Güneş, kütlesini görece erken bir zamanda yitirirse, Dünya ateşten bir sondan kurtulacak. Bu durumda yıldızın kütleçekim kuvveti azalacak ve gezegenlerin yörüngeleri de buna paralel olarak genişleyecek. Örneğin, yüzde 40′lık bir kütle kaybında Dünya’nın

yörüngesi, bugünkü yarıçapının üçte ikisi kadar genişler, yani yörüngenin yarıçapı 150 milyon kilometreden 250 milyon kilometreye çıkar. Bu genişlikteki bir yörünge de gezegenimizi kırmızı dev haline gelmiş Güneş’in tehlikesinden korumaya yeter. 1993 yılında, Güneş’in gelecekteki gelişimini çok kesin olarak hesaplayan ve Pasadena’daki California Teknoloji Enstitüsü’nde araştırmalarını yürüten I. Juliana Sackmann ile çalışma arkadaşları, bu varsayımı geliştirmişlerdi.

Bilim çevrelerinde başarılı bulunan modellerine göre Güneş, kırmızı dev durumundayken önce kütlesinin üçte birini çok yavaş bir biçimde yitirecek; bu da Venüs’le Dünya’nın yörüngelerinin bir miktar genişlemelerine yol açacak.

Araştırmacılar, elde ettikleri sonuçları şöyle dile getirmişlerdi: “Güneş, en fazla genleştiği zaman yarıçapı bugünkünün 213 katına çıkacak, bu haliyle Dünya’nın yörüngesine yaklaşacak. Ancak Güneş’in sürekli kütle kaybı nedeniyle gezegenler ondan yeterince uzaklaşmış olacaklar. Böylece Venüs bile yok olmayacak.” Ancak, başka parametreler göz önüne alındığında Venüs ile Dünya’nın yanmaktan kurtulamayacaklarını kabul ettiler.

Willson ile Bowen’in yeni hesapları da sonun ateşli olacağını haber veriyor.Kırmızı devlerle ilgili gözlemler ve kütle kaybıyla ilgili bilgisayar modelleri, kütlenin büyük bir kısmının geç bir evrede ve bir anda uzaya karışacağını gösteriyor.

“Yaklaşık yedi milyar yıl sonra, Güneş, önce Merkür’ü sonra da Venüs’ü yutacak kadar parlak ve büyük olacak. Bu, yalnızca birkaç milyon yıl sürecek olan ilk kırmızı dev evresinin sonunda meydana gelecek”, diyor Lee Anne Willson.

Araştırmacının öngörülerine göre, “100 milyon yıl daha geçince Güneş, kısa bir süre için önemli ölçüde genleşecek ve Dünya’yı da tehdit edecek. Güneş, yeterince kütle yitirmeden önce, Dünya’nın kurtulabilmesi için onun yörüngesinin dışına taşacak şekilde genleşecek.

Büyük olasılıkla Güneş, Dünya’yı yutmadan önce, onu birkaç yüzyıl boyunca saracak, daha sonra geri çekilecek ve Dünya’yı tekrar bırakacak.” Dünya’nın sonu gelmeden önce Ay yok olacak. Gelgit olaylarının bozulmasından dolayı Ay’ın yörüngesi enerji kaybetmiş olacak. Bu nedenle hem dönme hızı yavaşlayacak, hem de Dünya’dan giderek uzaklaşacak. Dünya’nın da kendi çevresindeki dönme hızı yavaşlayacak, günler giderek uzayacak. Yedi milyar yıl sonra, her iki gökcismi de senkronize bir biçimde dönmeye başlayacak ve her zaman aynı yüzlerini gösterecekler: O tarihlerdeki bir gün, şimdiki 47 güne eşit olacak. Ancak Dünya ile Ay kırmızı devin dışına düştükleri anda, Ay, seyrelmiş yeşil gazın etkisiyle Dünya’ya oranla daha güçlü bir biçimde durdurulacak (tutulacak).

Bu durumdan dolayı yörüngesi tekrar küçülecek. Ay, en sonunda Dünya’ya o kadar yaklaşacak ki onun kütleçekim alanınca parçalanacak. Bu parçalar, kozmik bombalar biçiminde Dünya üzerine düşecek ve sıcaklığı giderek artan yüzeyinde dev kraterlerin oluşmasına yol açacak.

O andan sonra artık çok fazla zaman kalmayacak. Güneş’in atmosferindeki sürtünme Dünya’nın enerjisini alacak. Böylece Dünya’nın yörüngesi, sarmal biçiminde,Güneş’e giderek daha fazla yaklaşacak. Önce yerkabuğunun kayalardan oluşmuş bölümü buharlaşacak,sonra da manto tabakası çözülmeye başlayacak.Birkaç onyıl sonra da evrendeki tek mavi gezegen yanmış olacak. Gezegenimizden geriye pek birşey kalmayacak. Güneş’te, Dünya’nın bir zamanlar varlığına ilişkin çok küçük bir değişim oluşacak. Güneş’in dış zarfındaki metal (hidrojen ve helyum dışındaki tüm elementler) yaklaşık yüzde 0,01 kadar artmış olacak.

Güneş uzun bir süreç sonunda kütlesinin %40-50’sini kaybederse ya da ani kütle kaybı %20′yi aşmayacak olursa, o zaman belki Dünya yok olmaktan kurtulabilir.
Bunu da gözardı etmeyen bilim adamları bu nedenle Dünya’nın nihai kaderi konusunda kesin bir şey söyleyemiyorlar.

Willson’a göre en büyük belirsizlik, Güneş’in “helyum parlaması” sırasındaki davranışıdır. Helyum parlaması şöyle oluyor.Güneş’in merkezindeki hidrojen yakıtı, nükleer tepkimeler sonunda tümüyle helyuma dönüşünce, merkezde tepkimeler duruyor. Ancak, merkezi çevreleyen ince bir katmanda hidrojen yanmaya devam ediyor. Isınan merkezdeki helyum çekirdekleri bu kez yeniden birleşerek karbon ve oksijene dönüşmeye başlıyor. Artan sıcaklık nedeniyle yıldızın “zarf” denen dış katmanları şişiyor. İşte kütle kaybının ne kadar olacağı bu patlamaların ne şekilde gerçekleşeceğine bağlı.
Yıldızların gelişim modelleri üzerinde yıllardır yapılan oldukça başarılı araştırmalardan sonra bile, Dünya’nın kaderine ilişkin en temel soru yanıtlanamıyor. “Dünya’ya neler olacağını gerçekten bilmiyoruz” diye yanıt veriyor Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Fred Rasio. Bu nedenle, başka varsayımlarıda dikkate almak gerekiyor.

Dünya’nın, bu ateş saldırısını şekilsiz bir kalıntı olarak atlatması, bazı kuramlarca pek de olası görünmüyor. Kırmızı devin büyüyen alevleri yalnızca Dünya’nın atmosferini, yerkabuğunu ve mantoyu buharlaştırsa dahi, geriye nikel ve demirden oluşan çekirdek kalır. Çekirdek de zamanla soğur ve koyu bir metal kütle halinde beyaz cüce durumundaki Güneş’in çevresinde döner. Bu tür bir senaryonun gerçekleşebileceğini Ejderha takımyıldızında, bize 65 ışık yılı uzaklıkta olan GD356 adlı beyaz cüce gösteriyor. Bu yıldızın ışığı, şu ana kadar açıklanamayan nedenlerden dolayı kutuplanmış – yalnızca bir düzlemde salınıyor. Avustralya’daki Ulusal Üniversite’den Jianke Li, Lilia Ferrario ve Dayal Wickramasinghe, kısa bir süre önce, kutuplanmış ışınımın hidrojen atomlarınca yıldızın kutuplarından yayımlandığını öne sürdüler. Bilim adamları bu hidrojen atomlarının elektrik akımlarınca uyarıldıklarını tahmin ediyorlar. Bu atomlar, yıldızın güçlü manyetik alanınca, beyaz cücenin çevresinde dönen metalik bir gezegen kalıntısına indüklenmiş olabilirler. Elektrik akımları, iyonlaşmış gazlar yoluyla cüce yıldız çevresinde şu ya da bu metal çekirdek arasında akıyor olabilir. Manyetik alan da, ışınımın kutuplanmasına yol açıyor olabilir.

Dünya, ne kadar zarar görmüş olsa da, Güneş’in devleştiği evreleri atlatırsa, beyaz cüce’nin çevresinde uzun süre dolaşabilir – ancak sonsuza değin değil. Zaman geçtikçe yıldızın kalıntısı soğuyacak. En sonunda yalnızca hafifçe kızılötesi ışınım yayan siyah bir cüce haline gelecek. Ancak bu kara kozmik kütle bile hâlâ Dünya’ya mezar olabilir. Çünkü Albert Einstein’in genel görelilik kuramına göre, bir cismin çevresinde dönen her cisim kütleçekim dalgaları yayar. Cisim böylelikle hareket enerjisi kaybına uğrar ve yörüngesi, ölümün ağır sarmalı haline gelir. Kısaca Dünya, Güneş’in sonunu atlatsa ve yörüngesi de bir dış etkiyle bozulmasa bile, yine de en sonunda Güneş’in kalıntısına düşecek. Bu yaklaşık 100 milyar yıl sonra olabilecek. Ne var ki böylesine olağanüstü uzunlukta zaman aralıklarında hiç beklenmedik şeyler de olabilir. Dünya’dan arta kalan kütle, belki de yakınından geçen bir yıldız tarafından ölmüş Güneş’inden uzaklaştırılacak ve uzayın derinliklerine fırlatılacak. O zaman Dünya, atomlar bozunup kara delikler yok olana kadar ve karanlık evren tümüyle soğuk ölüme terk edilene kadar boşlukta salınacak.

Bu kozmik fırlatma eylemi, Güneş kırmızı dev haline gelmeden çok önce, Dünya’yı yıldızının kavurucu kollarından kurtarmak için doğanın tezgâhladığı bir kaçış da olabilir. Gelgelelim, dev Güneş’in kızgınlığından kurtulma olasılığı pek düşük: Önümüzdeki iki milyar yıl için bu kaçışın gerçekleşmesi olasılığı 100 000′de bir. Çünkü yıldızlar, Samanyolu’nun sarmal kollarına öylesine seyrek yerleşmişler ki, bu tür karşılaşmaların meydana gelmesi çok düşük bir olasılık.

Gökbilimciler, Dünya’nın yörüngesinin doğrudan bozulma olasılığınıysa 2,2 milyonda bir olarak hesaplamışlar. Ancak dış gezegenler, daha büyük bir tehlike altındalar. Bu da Dünya’yı etkileyebilir: Bir başka yıldızla karşılaşma sonucunda, Jüpiter’in Dünya’ya yaklaşıp onu ya uzaya fırlatması ya da Güneş’e doğru itmesi olasılığı 100 000′de bir olarak düşünülüyor.
Dünya’nın yörüngesindeki küçük değişimler bile büyük sıcaklık değişimleri gibi korkunç sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, asteroitler ve kuyrukluyıldızlar Dünya’ya çarpabilir. Dünya, doğrudan bir komşu yıldız tarafından Güneş Sistemi’nden uzaklaştırılırsa, gelgit güçleri nedeniyle önce denizlerde dev dalgalar oluşur. Yıldızların çoğu, ışık yayma güçleri az olan kırmızı cüceler oldukları için, Dünya’nın bu kozmik buluşma sonucunda alev alması düşük bir olasılık. Dünya bunun yerine, şair Robert Frost’un da konu ettiği
gibi, bir buz kütlesine dönüşecek. Birkaç yıl sonra da Güneş Sistemi’nden fırlayıp yalnızlığa doğru, sonsuz bir karanlıkla kaplı buz gibi bir geleceğe yolalacak."

akhenaton -> Kabala


Yahudi kökenli olan kabala – kabalah yada Qabbalah şeklinde yazılır ve gelenek anlamına gelir ve araştırmacılar tarafından gizli anlamlar içerdiği düşünülür.Bu tarzda ustaca gizlenmiş bilgiler aynı zamanda Tevrat , Sefer Yezirah (Yaratılış) ve Sefer HaZorah (Işık) gibi diğer eski metinlerdede görülmektedir.


M.S beşinci yüzyılda ilk kez yazıya dökülmüş olan eski Yahudi geleneklerinin ve kanunlarının bir derlemesi olan Talmud’tan önceki bu kitaplar ,isa’nın zamanından asırlar önce ortaya çıkmıştır.Işık kitabına göre “ bilginin sırrı daha cennet bahçesindeyken tanrı tarafından Adem’e verilmiştir.Bu eski sırlar daha sonra Adem’in oğulları Nuh ve İbrahim’e aktarılmıştır , İbraniler farklı bir halk olarak ortaya çıkmadan önce.

Gizemli Kabala, insanın ilahiyatı kendi içinde bulmaya çalıştığı bir tür Gnostisizm’dir. HaZohar yazarı ; “ İnsan boyutu, her şeyi ve uygun şekilde var olan her şeyi kapsar..Burada Kabala Mısır tanrısı , Thoth olarakta bilinen Hermes Trismegistus’un “Yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır “ şeklindeki ünlü sözüyle bağlantı kurar.Günümüz bir çok araştırmacısı İbrani gelenekleri ve Mısır mşstisizmi arasında doğrudan bir paralellik olduğunu kabul eder. Kabala , antik Mısır gizeminin İsrail merkezi ile günümüze aktarılmış şeklidir.Mısır dinsel geleneklerinde ve Musa’nın yaratılış kitabının ilk bölümlerinde belirtildiği üzere, dünyanın altını üstüne getiren inanılmaz bir sır var “ diye yazılmıştır.Fransız araştırmacı A.L Constant , Kabalanın kabalanın Sümer yoluyla İbrahime ulaştığını iddia ederken , “ Enoch’un sırlarının mirascısı ve israil’deki inisiyasyon geleneğinin babası “ demiştir.

Önceleri Abram adıyla bilinen Sümer kökenli İbrahim, bazı geleneklere göre , insanoğluyla ilgili tüm sırların açıklandığı sembollerle dolu bir tablete sahipti ve bu tablet ,Nuh zamanından beri kuşaktan kuşağa aktarıldı.Karal Süleymana sahip olduğu bilgeliği kazandıran bu tablet , Sümerler tarafından “Kader Tableti” ve erken Yahudiler tarafından Raziel Kitabı olarak biliniyordu.Tabletin şifresi “ Ha Qabala “ (ışık ve bilgi) olarak bilinir , Qabala’ya sahip olan aynı zamanda kozmik bilgeliğin en yüksek mertebeye “ Ram “ denir. Abram – yada Av-Ram adı aslında “Ram” a sahip olunan demektir.Bu kelime Hindistan, Tibet,Mısır ve Düritlerin kelt dünyasında , yüksek evrensel beceriyi ifade etmek için kullanılır.

Sümerler’in “ Kader tableti” nin Exodus 31:18 ‘de sözü edilen “ Şahadet Tableti” ile aynı olduğu düşünülmektedir. Diğer İncil ayetleri –Çıkış 24:12 ve 25:16 , bu tabletlerin 10 Emir olmadığını açıkça ifade etmektedir.Bu antik arşiv ,Thoth-Hermes’in Zümrüt Tabletleriyle doğrudan bağlantılıdır.Asırlar boyunca devam eden ezoterik bilgilerin kurucusu, yunanca adı Hermes olan , piramit yapımı bilimine yapılan bir ithaftır ve Yunaca hema kelimesi taş anlamına gelir.Mısır ve Mezapotamyanın dışında tablet; Virgil, Pythagoras,Plato ve Ovid gibi yunan ve Romalı üstadlar tarafından bilinmektedir.

Bugünkü tarih ve din anlayışımızda asırlar süren yanlış yorumlamalar ve dış etkenler Kabala’yı içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir.Bugünkü Yahudi kabalası , İranlı büyücülerden, yeni Platoncu akımdan ve yeni akım Pythagorcuların felsefelernden ödünç alınmıştır.Saf olsun olmasın kabalanın Mistik bilgileri Filistin yoluyla mezapotamya ordanda ortaçağ avrupasına ulaşmış ve ilk kez 13.yy ‘da yazıya dökülmeye başlamıştır.Muhtemelen Moses de Leon adında bir İspanyol Yahudi HaZohar başlığını belirleyen kişi olmuştur.

Araştırmacı Picknett ve Prince’ye göre ,Kabalistik düşünce 14-15 yy.’da Pico della Mirandola adlı bir Kabalist sayesinde , Floransada Medici ailesine tanıtılmıştır.Medici ailesi sayesinde ise üst düzey insanlara ulaşmıştır.

Erken dönem topluluklarının hepsi –Yunan ve Mısır gizem okulları da dahil olmak üzere geçmişin gizemlerini çözmeye çalışmışlardır.Endüstri devrimi ve Charles Darwin ‘in Evrim teorileri çoğu kişi için insanoğlunun maymundan uygun şartlarda evrilerek sosyal bir topluma dönüştüğüne inanmaktadır.Bugün ise artık yeni keşfedilen bilimsel ve arkeolojik bulgular bir çok kişiyi bu durumun aksine inanmaya zorlamaktadır, yani insanoğlunun bir zamanlar yaşadığı “altın çağ” dan barbarlık çağına gerilediği şimdi ise bu bilgileri tekrar kazanmakta olduğu düşüncesidir.Dünya nüfusu ile rakamlar bu düşünceyi doğrulamktadır.tarih sahnesinde nüfus azalmış ve bir nktadan sonra artışa geçmiştir.

Antik Sümer ve Mısır kayıtlarına göre dünya üzerindeki insanın geçmişi 500,000 yıldan uzundur.İnsanoğluna dayatılan mevcut iki teoriye göre ise birinde 6 binyıl diğerinde son değişikliklerle 190 bin yıldır.Bulunan arkeolojik bilgiler 2 düşünceninde üstünü çizerek , yeni bir tarih modeline kesinlikle ihtiyaç duyulduğunu artık tüm kanıtları ile göstermektedir.Eğer eskinin dinsel ( kozmolojik) organizasyınları sahip oldukları bilgiyi insanoğluna doğru şekilde yaymış olsalar idi , aynı şey bugünün bilimsel organizasyonları içinde geçerlidir, dünya üzerindeki tüm anlayışımız, düşüncelerimizin yönü oldukça farklı olacağı şüphe götürmez bir gerçeklik olup, insan düşüncesindeki bu uyuşukluk ;evrende yalnız olduğu düşüncesi ve yaşamın sadece dünya üzerinde varlığı ; mevcut iki farklı otoritenin bir ürünüdür."

akhenaton -> Semavi Dinlerin Kaynağı Sümer

Dünyadaki toplumsal yeniden düzenlenişte dinsel saflaşmanın günümüzdeki gerçek önemi, konunun bir kez daha ve fakat yeni bir düzlemde ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.

Zamanımızın üç büyük dininin kutsal kitapları; Eski Ahit, İncil ve Kuran‘ın bilinen en eski kaynağı Sümer kil tabletleridir.

Toplumsal konular ele alındığında bir yanları daima hıristiyan kalan Avrupa bilim dünyası, birkaç bin yıl önceki ‘ilkel insanın’ tanımladığı bir dinin modern takipçisi olmayı bir çeşit aşağılanma olarak algılamış, bilim aşkına bile olsa, bu durumu kabullenmekte güçlük çekmiştir. Bir parça kavrayış derinliği ve özgür düşünceyle hareket etmiş olsalardı, Sümer topraklarında yalnızca Yeryüzü Cennetini değil; göğün 33. katına çıkmadan önce, Sümer tanrılarının etten-kemikten birer yönetici olduklarını da görebileceklerdi; eski insanın, aidi olduğu ve olmadığı toplum birimleriyle ilişkisini yöneten yasaları ve onların günümüze doğru evrimini anlayabileceklerdi. Bugünkü insan, bütün bilgi, davranış ve inançlarında eski insanın doğrudan ve kesintisiz mirasçısıdır.

Tarihin bugüne taşımış olduğu toplumsal kurumlar dünkü biçim ve anlamlarını değişik ölçülerde içyapılarında taşıyor olmakla birlikte şimdi artık oynadığı rol bakımından ilk haldeki kurumlar değildirler. Değişik görüntü ve bozulmuş anlamlarının gerisinde, oluşmasına yol açan tarihsel nedenleriyle birlikte bu kurumları var eden toplum yasalarını anlamaya ve açıklamaya çalışırsak görürüz ki, doğal insan mantığına oturmuş eski edimlerin ilk hallerinin hiç birisinin ‘uydurma’, ‘hayal’ ve ‘anlaşılmaz’lıkla bağlantısı yoktur. Tersine, o kurumlar, eski toplumun en gerçek işlerlik, yapılanma ve şekillenişinin sağlam yansıtıcısıdırlar.

Eski Ahit‘in Sümerler döneminden devraldığı ve bizim, şimdi temel yönlerini denetleyebildiğimiz bir soyutlama süreci içinde, değişen yorumlar temelinde ulaştığı noktaya dayanarak aktardığı “insanın çamurdan var edilmesi”, “Adem baba” ve “Havva ana” anlatımı, uzun tarih içinde yakın dönemin yeni bir ürünüdür. Bulunan ve belki de daha eskileri bulunacak olan kil tablet bilgilerine çok şey borçluyuz. Tabletler göstermektedir ki, Sümer insanı, başka konularda olduğu gibi, başlangıçta, ilk Yaratılış olan “Sümer ülkesinin tohumunun fışkırması” konusunda, o anda yaşadığı gerçeği gördüğü biçimiyle, önce düzenlemek ve sonra da anlatmaktan öte hiçbir şey yapmamıştır. Bütün doğal topluluklar gibi Sümerler de, insanın en gerçekçi ilk hallerinden birini temsil ederler. Ölümle yaşam arası gidip-gelen zorlukları yaşayan eski insanın, zamanını, yeni nesilleri aldatmak amacıyla, yalan ve düşlerden oluşan bir mitoloji üretimiyle geçirdiğini düşünmüş olmak, kilisenin düşünsel mermerlerini hedef alıp yıkmak zorunluluğu anlaşılır olmakla birlikte, Avrupa ‘aydınlanma çağı’nın sayfalarında yine de bir leke olarak kalmıştır.

6000 yıl önce Sümerler, yazısı olmayan her topluluk gibi, yaşanılmış gerçek tarihlerini yeni nesillere, ilahiler yoluyla aktarıyorlardı. Yalnızca yazılı hale getirilmesinden sonra değil, fakat sözlü olarak ortaya çıkışından itibaren bu tarih aktarım biçiminin, binlerce yılın törpüsü altında aşınmış olması ve bu nedenle de parlayan bir süreç geçirmiş olduğu kendiliğinden anlaşılır. Bu oluşum içinde, tarih anlatımındaki olaylar örgüsü ve kavramların içerikleri de değişmiş olmalıdır ve değişmiş olduğunu incelemelerimiz boyunca saptayabiliyoruz. Fakat Sümer insanının yaratılış destanı ve öteki tarih aktarımlarını durmaksızın soyutlayarak evrime uğratan torunlarının, bunu kötü bir niyet taşıyarak yaptıklarını gösteren tek bir kanıta sahip değiliz ve olamayacağız da. Yeni yaşantı biçimi içinde her kavramı değişmiş haliyle tanıyan insan, eski şarkı ve yazıtları, gayet doğal bir şekilde, o an yaşadığı koşulları gözeterek yorumlamak zorundaydı ve öyle de yapmış olmalıdır. Düşüncelerde oluşan evrim, insan toplumunda değişen ilişkilerin gereklerine yanıt verecek şekilde ilerletilmiştir.

Gelişmenin böyle olmasının başka gerçek nedenleri de vardı. Yazının ilk şekillerinin, sonraki nesiller bakımından çözümlenip anlaşılma zorluğu yorum farklılaşmasına maddi bir zemin sunmaktaydı.

Sümer tabletlerini okumaya başladığımız anda tanrıların ve onlar aracılığıyla dinin, tüm toplumsal yaşamın en temel öğesinden son ayrıntısına değin bütün ilişkiler toplamının yasaları olarak bulunduğunu görürüz. Umma ve Lagaş arasındaki sınırı tanrılar belirler, çapa ve kazmayı Enlil icad eder; saban kullanma ve yazıyı insana tanrılar öğretir; Tanrı ve Tanrıçalar durmadan şölenlere katılıp yer-içer ve sevişirler; tanrıçalar, bir erkeği baştan çıkarıp kendisiyle yatmaya zorlar. Daha sonra bütün Tanrıların Baba’sı olacak olan delikanlı Enlil, o sırada küçük yaşta olan tanrıça Ninlil‘e ırmaktaki bir kayık içinde tecavüz edince ‘Büyük Tanrıların 50’si, Yazgı Belirleyen tanrıların 7’si tarafından’;

‘Enlil, seni ahlaksız, kentten defol;
Nunamnir, seni ahlaksız, kentten defol!’

diye azarlanır ve Nippur’dan kovulur.

Daha sonraki haliyle de tanrısal düzen, gerçek yaşamdaki düzenin gökyüzü ve yeraltındaki yansıması olarak varlığını sürdürecektir. Bu yansıma Zeus dünyasında da böyledir. Yerdeki insanların yaşamı, şenlik ve evlilikleri Olimpus tanrılarının benzeridir. Tanrılar dünyası ile insan dünyası arasında birbirine sürekli bir geçişim bulunur. Bilim adamları eski toplumda tanrılar arası ilişki ile insanlar arası ilişkinin paralel duruşunu saptamakla birlikte Tanrı yaşam ve yaşayışının, insanlar tarafından ancak “öyle hayal edilebildiği için öyle hayal edildiğini” düşünme eğilimini sürdürmüşlerdir.

En eski tarihlerden beri toplum birim ilişkilerinin düzenlenmesini saptayan kurallar toplamı vardı. Din olarak daha sonra karşımıza çıkan olgu, özünde, yeni yaşam koşullarının gerisinde kalan eski topluluk ilişki yansıtma kurallarının toplamından ve onların bazan yeni koşullara uyarlanmasından başka bir şey değildir. Süreç içindeki evrimi, değişik bölge topluluklarında, farklı anlatım biçimleri kazanmış olsa da, din her yerde, birer uydurma, korku ve hayaller toplamı olarak değil, fakat tam tersine, başlangıçta, toplumsal ilişkilerin en gerçekçi ilk hallerinin saptanmış yasaları olarak insan yaşamında yer alırlar. Böylece en geri, en ‘ilkel’ toplulukların bile kutsal ve kutsal olmayan varlıkları, günümüzün yasal ve yasal olmayan davranış biçimlerinden başka bir şey olmayan kurallar toplamı olarak ortaya çıkar.

Din kelimesi, semitik akadca dilinde, dinu=karar, hüküm, kanun, yasa, mahkeme olarak bulunur; kural anlamına gelmektedir. Amin, amen bir akitin, sözleşmenin sonundaki “öyle olsun” dileği, bir onay’dır. Eski Ahit‘te tanrı Yahwe veya Elohim, sistemli bir biçimde Adem, Nuh, Abraham, Musa ve öteki peygamberlerle akit yapmak için çöl yollarında onlarla buluşur ve anlaşma’yı tazeler.

Kazıt çalışmaları sırasında bulunan tablet çözümlemelerinden yola çıkarak en eski yapısını anlamaya çalıştığımız “Sümerlerin dini”, onu, başlangıçta toplum birimler arası paylaşım ilişki düzeninin anlatımı olarak biçimlendiren insanın torunları tarafından zorunlu olarak öylesine geliştirilmiştir ki, bugün bu konularda uzman olan ve üzerine yüzlerce sayfalık tezler hazırlayan bilim adamlarımız, Samuel Kramer örneğinde de olduğu gibi, sonunda yine de genellikle çaresiz kalmaktadırlar. Oysa ilişkide olduğu en uzak toplulukları bile etkileyen Sümerler, geliştirilmiş bir ilişki düzenin anlatımı olan dinlerinin kaynaklarını da bize kendileri açıklayan üstün bir kültür temsilcisidirler üstelik.

İnsan atası o denli gerçekçidir ki, sonraki torunları, kendi tarihsel koşulları öyle gerektirdiği için onu da ‘gökyüzünün 33 katı‘ndan birisine taşımış olsalar bile cennet’in nerede olduğunu; Tanrının, Adem ile Havva’yı ilk olarak nereye yerleştirdiğini, yanılgıya yer bırakmayacak tarzda açıklamışlardı.

Eski Ahit’in daha ilk sayfalarında Yaratılış bölümüne ilişkin, iki ayrı tapınak yorumunun bir çeşit zorunlu-onayı ile, ard arda eklenmiş iki çeşitlemesiyle karşılaşırız. Tanrı Yahve‘nin Yeryüzü cenneti Aden bahçesi’ni yaratması, Gök’ün, yer’in ve insan’ın yaratılmasından sonra bu ikinci varyantta aktarılır:

“Tanrı Yahve, doğuda, Eden’de bir bahçe kurdu ve o bahçeye şekillendirdiği İnsan’ı koydu.
Tanrı Yahve, topraktan, güzel görünüşlü ve yemesi hoş ağaçlar ve bahçenin ortasına Yaşam Ağacı olan Helal ve Haramı Tanıma Ağacı’nı çıkarttı.
Bahçe’yi sulamak için Aden’den bir nehir çıkıyor ve dört koldan bu Bahçe’ye hayat veriyordu. Kolun birinin adı Pişon’du, toprağında altın olan Havıla ülkesini çepeçevre dolanıyordu; öteki Gidon idi. Üçüncünün adı Dicle, Asur’un doğusundan akardı. Dördüncüsü de Fırat ‘dır.”
(Yaratılış. 2. 8 )

Fıransa’nın Avranş Piskoposu daha 1698 yılında, Samara ile Basra arasında bulunan bu Dünya Cenneti’ni eliyle koymuş gibi bulmuş ve burasını “Eden: Paradisus terrestris” diye tüm dünyaya ilan etmişti.

Uruk=Erek, Larsa, Niffer=Nippur, Ur, Girsu ve Eridu’nun, yani ilk Sümer topluluklarının yerleşim alanında bulunan “Yeryüzü Cennetini” ve onun yerini tanımlayan Sümer insanının, yaratılış ve diğer anlatımlarda aynı gerçekçiliği göstermiş olmasından neden kuşkulanalım? Sorun şuradadır ki, Sümerlerin anlattığı Cennet ve Yaratılış ile şimdi bilinen “yaratılış” ve “cennet” kavram ve tanımlamaları arasında, temelde hiçbir benzerlik kalmamıştır artık.

En eski Sümer yaratılış ilahilerinde, tanrıların, yeri, göğü ve insanı yaratmış olduğu söylenmez. Başka bir şey söylenir.

“Adı yokken göğün daha
Yerin daha adı yokken
Babaları okyanustan
Anaları Ki-ama-t kargaşasına
Sular karışıp bir oluyordu.

Saptandı sonra tanrılar
Lah-mu ve La-ha-mu seçildi ardından
Zaman akıp gidiyordu durmadan
Belirlendi sonra Sar-ki ve Sar-an
Günleri düzeltip ayarladılar. “
(Poéme de la création) (2*)


‘Gök, yerden ayrıldıktan sonra
Yer, gökten ayrıldıktan sonra
İnsanın adı konduktan sonra
An, göğü alıp götürdükten sonra
Enlil, yeri alıp götürdükten sonra. . ‘
(Gılgamış Destanı – Kramer)


Sümer Yaratılış şiirlerinde ‘var etmek’ olarak yorumlanan sözler yerine, çok açık bir biçimde, ‘ad vermek-adlandırmak’tan bahsedilmektedir. Sonraki “yoktan var etme” olarak yorumu, açıkça farklı bir şey söyleyen bu ilk Sümer ilahilerine dayanmaktadır.

Geçen yüzyılın başında en eski Sümer Yaratılış tabletlerini çözümleyen uzmanlarımız, oradaki sözleri, eskiden öyle yorumlamaları toplumsal gereksinim olan Sümer torunları gibi “yoktan var etme” biçiminde algılamaya devam etmişlerdir. Bay Dhorme olağanüstü çaba gerektiren çalışmalarını bu yorumları sürdürerek zayıflatmaktan kurtulamaz ve şöyle der:

” -’ad verilmemişti. ad konmamıştı. adlandırılmamıştı’ ifadeleri ‘var değildi. . yoktu’ (bk. DELITZSCH. AHW. Sayfa 441) anlamındadır. Babil kozmonojisi, yaratılışın anlatımına geçmeden önce, başlangıçta hiçbir şey olmadığını, açıklar. (Sayfa. 2 , Paul Dhorme)

Sümer kil tabletlerinde Tanrılar, Yer-dünya-kara’yı; Sema-Göğ’ü; Adem-insanı.. ‘ yaratan‘ olarak değil, onları birbirinden ayıran, onlara ad veren ve onları ayrıştırıp ad vererek yeniden düzenleyenler olarak yer alırlar. Hatta, bu işi Tanrılar bile yapmış değildir. Tanrılar daha henüz ‘yaratılmamış’ yani saptanmamışlardır.

Çözümlenen eldeki en eski yasa metni olan Kıral Urukagina tabletlerinde, “tohumun fışkırdığı en eski zamanlardan beri ‘pi-lul-da’=bil-lu-du (akadca), yani töre vardı” cümlesine rastlarız. Bu açıklama artık toplumsal ilişkilerin yürütülmesinde töre’nin yetmemesi ve yazılı kanunlara gerek olduğu kapalı düşüncesinin bir çeşit özür açıklaması gibidir. “Tohumun fışkırması” sözü 43 asır önceki Sümer insanı bakımından yaratılış ilahileri yoluyla çok tanınmış olması gereken bir sözdü:

“Enlil, Sümer ülkesinin tohumunun topraktan çıkması için, yer’den göğ’ü ayırmak için, yer’den göğ’ü ayırmaya karar verdi. “(3*)

Bu son derece ilginç cümle, yaratılışın, zaman içinde, farklı yorumlanması bakımından da bir temel oluşturmuştur. Bu bakımdan ” tohumun fışkırması ” ile Sümer topluluğunun oluşturulması, bu oluşum sırasındaki uygulama geleneklerine atıf yapılmaktadır. Anlamı değiştirilerek alınmış, İslam’ın “evlu be-la-dan gayri” sözü 4350 yıl önce Sümer tabletlerinde bu şekilde yer alıyordu. Torah, tevrat sözü de türkçedeki töre sözcüğüyle anlamdaştır ve o kutsal kitap bu bakımdan bir “töreler” toplamıdır.


Sümerlerin başlangıçtaki Yaratılış anlatımına dayandırılan “yaratma” yorumu hatalıydı ve torunları eski Sümerlerin sözlerini zorunlu olarak tahrif ederek, zaman içinde dönüştürülmüş biçimi üzerine kendi dinsel anlatımlarını kurmuşlardır, dersek, tabletlerin çözümünden bu yana, bu artık ispatlanabilir bir iddiadır.

ABD’li ünlü Sümerolog Samuel Kramer bir yandan, Sümer kil tabletlerini ilk çözümleyenlerden birisi olarak, yazılanlara sadık kalmış ve Sümer sözlerini doğru olarak aktarmıştır. Fakat öte yandan, ısrarla bu kil tablet çözümlemelerinde yer alan sözleri günümüzün ortalama bir Hıristiyanı gibi yorumlamaya devam etmiştir. Bay Kramer’de izlediğimiz tutum, konumuz bakımından, tarihte daima sonraki insanın öncekine nasıl yaklaştığının tipik bir örneği gibidir adeta. Anlaşılıyor ki, Sümer insanının yakın torunları da, bu şarkıları kendi torunlarına daima, Bay Kramer‘in şimdiki tutumunda olduğu gibi, kötü bir şekilde yorumlayarak aktarmışlardı.

S. Kramer, Gılgamış Destanı’nın girişinden bir alıntı yapar önce:

‘Gök, yerden ayrıldıktan sonra
Yer, gökten ayrıldıktan sonra
İnsanın adı konduktan sonra
An, göğü alıp götürdükten sonra
Enlil, yeri alıp götürdükten sonra… ‘

Bu durumda bay Kramer haklı olarak şaşkındır: Çünkü Tanrılardan önce yer ve gök zaten vardı ve onlar bir bütün oluşturmaktaydı. Fakat, Gök ile Yer hangi gerekçeyle ve kim tarafından birbirinden ayrılmıştı? Daha önemlisi, insan neden «yaratılmamış» ve fakat sadece “adı konmuş” , “insana ad verilmiş” ti?!

Üstelik öteki kil tabletlerde, yer ile gök birbirinden ayrılmadan önce, her tarafın eski ve sonsuz denizle kaplı bulunduğu yazılmıştır. Ünlü Sümer bilimcimiz bu bilgiye de sahiptir. S. Kramer, kendisine ve dolayısıyla okuruna sorduğu yanıtlanması gereken bu karmaşık sorular yumağından kurtulmanın yolunu öyle olması gerektiğini düşündüğü sıradan kilise yorumları serisi ile çözmeye çalışmakta, daha doğrusu önümüze zorla oluşturulmuş bir bilinmezlik tepesi yığmaktan başka bir şey yapmamaktadır.

Öte yandan ünlü Sümer kazıtçısı Bay Woolley de, Sümer tabletlerinde “insanlar“ı kast ederek ‘kara kafalar’ yazılmış olmasından, doğrudan doğruya Sümerlerin “kara saçlı bir halk” olduğu sonucuna ulaşmakla oldukça tedbirsiz davranmaktaydı.

Eratta kıralı ile Uruk kıralı Enmerkar arasında Bay Kramer‘in deyimiyle “ilk sinir harbinin” yaşandığı sıralarda iki ülke ve iki kıralı temsilen iki dövüşçü seçilmesi ve bunların karşılaşması talep edilmişti. Fakat seçilecek kişinin, ne siyah ne beyaz, ne kahverengi ne benekli ve ne de sarı olması istenmişti. Bay Kramer bu durumu derhal yorumlar; “-insandan söz ederken pek de anlamlı olmayan terimler. ” Fakat tabletin daha ilerisinde, Enmerkar‘ın yanıtında dövüşçü kelimesi yerine “giysi” kelimesi kullanılınca Kramer “anlam” bulmaya başlamak üzeredir; “Renkler savaşçıların gövdelerinden çok giydikleri giysileri belirtiyor olabilir.” Bay Kramer gerçeğe neredeyse dokunmak üzeredir!

Toplum hayatında kutsal olan ayırd edici renkler, insan toplumunun geçmişinde yiyecek hazırlık türüyle de doğrudan bağıntılı olarak karşımıza çıkacaktır. Çok eski tarihlerden beri toplum birimlerin kırmızı, beyaz, siyah, yeşil ve mavi renklerle içice geçmiş olması, (dinsel ve ulusal giysilerde, bayraklarda, düğün, ölüm, doğum seremonilerinde) bu konuyla doğrudan ilgilidir. Sümer dilinin ölü dil halini aldığını kolaylıkla ileri süren uzmanlarımız, eski Sümer ve Babil topraklarında bulunan şimdiki ülkelerin yalnızca bayraklarına ve topluluk giysi renklerine bakmış olmayı becerebilselerdi, eski Sümer tanrılarının toplulukları birbirinden ayırmak için dünyayı, gökyüzünü, güneşi, suları ve tanrı bahçesini tam da bu nedenle ‘yaratmış‘ olduklarını görebileceklerdi. Sümerlerin ataları, ilk toplumsal düzenlemeleri sırasında, kara, mavi, kırmızı ve beyaz’ı değişik toplum birimlerinin ayracı olan renkler olarak saptamış olmalıdırlar.

Mezopotamya ve Ortadoğu’da günümüzde hala yaşayan bir dini topluluğa “Kızılbaş” denince, kastedilen, onların saç renkleri değil, geçmişte başlarında taşıdıkları Kırmızı renk, belki altın=kızıl renktir. “Karabaşlı halk” deyimi de, Avrupalı bilginlerin düşündüğü gibi, ’siyah saçlı bir halkı’ anlatmak için kullanılmış değildir. Sümer tanrısı Ningursu‘nun kutsal mavi boğa’sı, Cengiz Han’ın kutsal ‘mavi köpeği‘, Türk boylarından bir kısmının kutsal ‘mavi kurdu’ da aynı nedenle ‘renk’ olarak değerlendirilmiştir. Büyük olasılıkla Mavi renkli boğa, kurt ve köpek yoktu ve hiçbir zaman da var olmamıştı. Fakat Tanrısal, göksel, bu anlamda mavisel kutsal boğa, Kurt ve köpek ise-tabletlere yansıdığı kadarıyla- vardı ve topluluk düşüncelerinde var olmaya da devam etmektedir. “Kök-Türk’ler” biçiminde bir soy bulunduğu iddiasının ardındaki yanlış da kutsal, tanrısal Türk anlatımındaki ‘mavi’=gög‘ün Kök olarak okunup yorumlanmasına dayanır. Yeşilimsi koyu mavi renge Avrupalıların Turkuaz demeleri tesadüf değildir. Ama bundan ötürü bir “mavi Türk” değerlendirilmesi yapılamayacağı gibi, tabletlerdeki ‘Kara kafa” sözünden de saç rengi çıkarılamazdı. Sümer ve sonraki Babil dönemlerinde, İnanna=Hava ile Dumuzi=Adem=Adam‘ın, tapınakların en üst katında olan “evlilik odaları”, baştan aşağı, toplum birimlerini ayrıştıran farklı renkler temelinde ya “turkuvaz” renkli seramiklerden döşenmekteydi, ya da kırmızı, beyaz boyalarla ‘süslenmekte’ idi. Beş kat üzerine, toplam yüksekliği 69 m. yi bulan ünlü Babil kulesinin, Tanrı Kapısı’nın en üstünde bulunan, Marduk ile Sarpanita’nın (Sar-Banu-ta) “evlilik odası” da kutsal mavi seramikle kaplanmıştı. Kabe ise kara’dır. Türkçede, Arap demek de kara’dır.

Ortadoğu’da hem ak, hem kara giysilerin yan yana bulunuşu, konunun bir iklimsel tercih bakımdan ele alınmadığını gösterir. Hititler üzerinden Sümer renk ayrıştırmasının oraya da taşındığı sıcak Yunanistan’ın kadınları da, kara renkli giysileri sever. Hıristiyan ve Müslüman din temsilcilerinin ve eski dinlerin içinden çıkmış hukuk kurumlarının özel giysileri de bu eski geleneğin renklerini taşır. Fransızca mavi-bleu, rengi olduğu kadar etin çiğ halini de anlatır. Türkçe de göğ-gök maddenin renk hali olarak maviyi olduğu kadar hem sema’yı ve hem de yiyeceğin göğ ve çiğ halini tanımlar. Türkçe’de kara, toprak ve kıtaları, yer küreyi-dünyayı anlattığı kadar maddenin renk hali olarak noir=siyah-kara’yı da anlatır. . Yeşil, yeşil rengi olduğu kadar bitkileri, yeşillikleri de anlatır ve Sümer torunları, eski tanrıların kara’sından Dünya; mavi’sinden Sema; beyaz’ından su; yeşil’inden de ağaç ve bitkileri yaratmış olduğu sonucunu çıkaracaklardı.

Sümer yaratılış anlatımında, uzmanlarımızı şaşkınlığa sürükleyen “yer ile göğün birbirinden ayrılması” üzerine sözler; tabletler yeniden ve dikkatlice incelendiğinde görülebileceği gibi, renkler temelinde toplum birimlerin ayrıştırılması ve bu ayrılık temelinde gerekli barışçıl ilişkilerin ve düzenin oluşturulmasıdır.

Sümer ülkesinin tohumu işte böyle ortaya çıkmıştır.

İNTERNET HIZ TESTİ İÇİN BASINIZ !